“TAŞ VE GÖLGE*” İLE ÖLÜMÜ, ZAMANI VE ACIYI MASALSI İÇSELLEŞTİRME
Çok az sayıda yazar dün ile bugünü, Burhan Sönmez kadar masalsı bir duyarlılıkla yaşatmış olabilir okurlarına. Bugünün maddi ve özellikle de masalsız dünyasına taban tabana zıt, nahif duygu ve aşk yüklü, sade, bilge, cesur bir dünyaya hoş geliyorsunuz. Ne zamandır biz böyle bir dünyayı yitirdik, ne zamandır buradayız diye düşünme zamanı oysa…
Burhan Sönmez ile tanışmam, bir yayınevine görüşme için gitmemle oldu. Bekleme salonunda elime bir dergi tutuşturan genç yazarlar, bir fotoğraftan olağanüstü bir şekilde etkileneceğimi bilemezlerdi elbette. Derginin kapağında, Burhan Sönmez’in son romanı “TAŞ VE GÖLGE” hakkındaki bir röportaj vesilesi ile konulann fotoğraftaki o derin bakış, röportajı defalarca okuma ve yazarla göz göze gelmemi sağladı.
Avdo; şahsında 12 Eylül darbesini, Sivas katliamını, 10. İdam Deniz Gezmiş’i, Dersim Katliamını farklı bir bakış açısı ile algılayacağımız, yine şahsında gerçek aşkı ve vefayı yudum yudum tadacağımız bir masal kahramanı. Ve fakat bir o kadar da bildiğimiz, dokunduğumuz, bilip de unuttuğumuz bir İNSAN… Sadece insan… Bugünlerde bu kitabı okumak, aslında sadece insan olmamız gerektiğini hatırlatacak olsa bile, tek başına büyük bir kazanç. Roman okunduğunda bize dinlemeyi, bakmayı görmeyi, bir kulübede yeteri kadar ısınarak, huzurlu bir yatakta uyuyarak, ne kadar güzel bir şekilde başarabileceğimizi hatırlatıyor.

Avdo, çocukluğundan beri mezarlıklarda, mezar taşı işçiliği ile hayatını kazanan bir taş ustası. Annesiz, daha da kötüsü ailesiz, tek başına bir çocuk olarak büyümüş ama bilge taş ustası hocası sayesinde, hem engin bilgi hem de düzgün bir terbiye sahibi olarak çok sayıda yöresel lisan öğrenmiş, sonuçta kendisi de bilgeleşmiş bir kişi. Romanda dün ile bugün iç içe geçiyor. Aynı kişileri kâh 1939’da kâh 2002 yılında izliyorsunuz, çocuklukları, yaşlılıkları ve ölüme gidişleri ile. Merkez Efendi Mezarlığı, Konak Görmez Köyü ile İstanbul üçgeni arasında gidip geliyoruz. Zaman zaman Mardin, Dersim, Kudüs, Şam, Kahire, Paris gazinosuna ve hatta Fırat nehrinin gizemli türkülerine de uzanan büyülü bir yolculuk yaptıran yazar, derin tarih ve mitoloji bilgisi ile de okuyucusunun ufkunu genişletiyor.
Avdo ile yolculuğunuzda geceyi dinlemeyi, ölümü anlamayı, yıldızlarla tanışmayı öğreniyorsunuz. Emeğin kutsallığını, yaratmanın gücünü, dünyamızın gizlerini, kültürlerin güzelliğini, insan insana ilişkinin tadını doyumsuz yaşıyorsunuz. Merkez Efendi Mezarlığı, ölüm, ölüler, yaşayanlar, ağaçlar, gece ve yıldızlar arasında edebi bir şölen yaşanıyor. Yazar, anlatısındaki ustalıklı geçişlerle okuyucuyu duygusallığın doruğuna yükseltiyor.
“Mezarlık, ağaçların eviydi. Serviler, ladinler, çamlar yan yana uzunca göverir, hayatla ölüm arasındaki bahçeyi yeşertirdi. Ölüler, ağaçlar sayesinde yer üstünü bilir; güneşi, rüzgârı ve karı hissederdi. Herkes bırakır, giderdi mezarlığı; yaşlılar kuşlar bir tek ağaçlar kalırdı. Göğü bekleyen yıldızlar gibi. Avdo, servilerin, ladinlerin, çamların arasından geçerken bu ağaçlardan biri olmak, ömür boyu bir mezarı beklemenin huzuruna ermek isterdi.”
Burhan Sönmez, romanını kurgusuna dâhil ettiği bir polisiye temayı, okuyucuya, baştan sona yüksek bir heyecan temposu ile yaşatıyor. Bu tema, Türkiye’nin siyası tarihinin her dönemine ait anlatımda olayları ve kişileri birbirlerine bağlıyor. Anadolu’nun bereketli topraklarında güzelim bilge insanların yaşadığı dostluk, ustalık ve sevda dolu ilişkiler, bir toprak ağasının silahından saçılan kurşunlarla kana bulanıyor; ölüm, acı, haksızlık hainlik her zamanki gibi kol geziyor. Kitaptaki en önemli karşı güç, haklılığın, sevdanın, dürüstlüğün, tevekkülün, vefanın, inancın, sevginin sembolü olan AVDO’dur… Bu karakter, Mezopotamya ovasında yaşanılan dinsel zenginliği, şimdi konuşulmayan dillerden kalan ezgileri toparlayıp mezarlığın toprağına seren, bir ozan, bir filozof, bir mezar taşı ustası olarak karşımızda ve imgelememizde ölümsüzlüğüne kavuşuyor…
Romandaki zaman geçişleri, birbirinden bazen çok uzak hatta asırlarca uzak, bazen de 10, 20, 50 yıl aralıklarla kimi zaman ileri kimi zaman geri ama okuyucuyu hiç yormadan doğallıkla kullanılmış. Hatta bu geçişler aynı gün içinde; sabah, akşam, öğlen, gece olarak kaydedilen zaman tanımlamaları ile yaşanılanı ve yaşanılacak olanı farklı kişiliklerin gözünden görmeyi sağlıyor. Sivas katliamının yapıldığı Pir Sultan Abdal Şenliği’nden bahsederken aniden, dört yüz otuz yıl önceye dönüyor, Pir Sultan Abdal’ın darağacına çekilmesini ve aynı korkuyu yüzyıllar öncesinden bugünün vahşetine yapıştırıyor. O günden bugüne ulaşan sözleri gibi Pir Sultan’ın:
’Sen Hakk’ı yabanda arama sakın/ Kalbini pak eyle, Hak sana yakın’
Yazarın romanda kullandığı dil, zaman zaman şiirsel tınılar taşıyor. Anlaşılır, duru ve akıcı Türkçesi, okuyucuyu hiç zorlamıyor; fakat derin şiirsellik sizi gerçeküstü ve hüzünlü bir dünyaya çekip götürüyor.
Burhan Sönmez, günümüzün yaşantısına taban tabana zıt, çok sade, fakir fakat aslında yeteri kadar konforlu olan ama aslında unuttuğumuz bir ev düzenini o kadar etkileyici bir üslup ile anlatmış ki, orada olup, huzur içinde yaşamak istiyorsunuz, yıldızlar ve ulu ağaçlarla ve odun alevinin dansını seyrederek, geceyi dinleyerek… Bütün bu yazılanların özeti ise tek kelime ile SEVGİ…
“Reyhan, bir an için onun gözlerinde, kendisine benzeyen bir bakış yakaladı. Sevgi denen cevherin insan bedeninde çoğalıp başka bedenlere aktığına dair bir bakış. Çağlardır kuşaktan kuşağa geçen bu bakış, yalnızca yeni bir gelecek vermiyor, yeni bir geçmişin kapısını da aralıyordu. Birbirlerine inanacaklardı. O geçmişte birbirlerini bulacak, ölüp gitmiş tanıdıklarına yeni bir gözle bakacak, kalpten kalbe aktarılan bir özlemin izini sürerek yaşayacaklardı.”
. * Sönmez Burhan, Taş ve Gölge, İletişim Yayınları, İstanbul, 2021