MAHİR ÜNSAL ERİŞ’İN DÜNYA BU KADAR ROMANI ÜZERİNE
Yaşam dediğimiz nedir? Doğduğumuz andan bu dünyayı terk edene kadarki süre içinde yaşadığımız olaylar zinciri veya var olma sürecimiz değil midir? Bu olaylar da hem kendine özgü ve biriciktir hem de birbirinin benzeridir. Dünya her birimizin yaşadığı kadardır ve bu romanda da bu olguyu yazarımız bize hissettirmeyi başarıyor.
Mahir Ünsal Eriş 1980 yılında Çanakkale’de doğdu. Trakya Üniversitesi Grafik Bölümü ve Ankara Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nü bitirdi. Roman ve öykü yazarı, aynı zamanda çevirmendir.
“Dünya Bu Kadar” alışık olduğumuz tür romanlardan değil çünkü yapısalcıların alt gruplarından Oulipocularda görülen bir teknikle yazılmış. Bu teknik George Perec, İtalya Calvino gibi yazarların da içinde bulunduğu bir grup tarafından kullanılmış olan farklı ve yenilikçi bir tarz: “Yeni olanakları zorlayan, dilin sınırlarını genişletmeyi amaçlayan bu akım, matematik ve mantığa dayanan biçimsel sınırlamaları önceden belirleyecek oullipiyen bir teknik kurar. Matematiğin kurallarından yararlanarak gerçeküstücülüğe giden bir edebiyatta yol alan deneysel çalışmadır.”(Oggito, 10 Ocak 2017, 10 Soruda Oulipo) Romanı okurken oullipien tekniğini garip bulsak da Eriş’in insan çeşitliliğini bizlere gösterebilmesi açısından belki de uygulanması gerekli bir teknik.

Romanı okurken âdeta bir hatıra defteri okur gibi oluyoruz. Anlatım, insan manzaralarından oluşuyor, hayatımıza girip çıkan veya çevremizde bir görünüp bir kaybolan insanların anlık öyküleri olarak âdeta ‘ulama’ şeklinde gidiyor. Roman üç bölüm ve romanın bir çatısı var. “Bir ikindi kahvaltısı yapacaklardı. Güneş gelmedi.” diye başlıyor ve bu cümleler romanın üç bölümünün de başında tekrarlanıyor. Son bölümde ise “Bir ikindi kahvaltısı yapacaklardı. Güneş gelmeyince (…)” diye roman boyunca beklenen açıklamayı yaparak bitiyor. Romandaki merak unsurları karakterlerin çokluğundan ara ara kaybolsa da roman nihayetinde bir sonuca bağlanınca okura bir oh dedirtiyor.
“Dünya Bu Kadar” adını Âh Muhsin Ünlü’nün;“burası dünya yahu, / burası bu kadar işte!” dizelerinden almış. Roman, sahte bir hazine haritası ve onunla ilgili İbrahim Hilmi, Rehber koçu Yaşar ve Turan Bey başta olmak üzere birçok yaşam üzerine kurulu. Eriş, yaşam içinde insanların hayatlarına kişiler, nasıl yanıp sönen ışıklar gibi bir girip görevlerini yapıp sonrasında da çıkıp gidiyorlarsa, romanda da aynı o tarzda kişileri dâhil ediyor. Romana dâhil olan karakter, öyküsünü yaşıyor veya anlatıyor sonra da çıkıp gidiyor. Kitabın başlarında karakterleri takip etmeye çalışsak da bu mümkün olmuyor, daha sonra anlıyoruz ki zaten çoğunu hatırlamamız gerekmiyor. Hepimizin hayatında nasıl belli sayıda insan var ve birçokları yere, zamana ve duruma göre varlığını uzun zaman sürdürmüyor ve kalıcı olmuyorsa bu romanda da durum aynı.
Eriş’in yapıtını, romanla ilgili beklentimizi değiştirerek okursak çok ilginç, renkli, hareketli ve farklı gelebilir. İç içe geçmiş hikâyeler ve karışıkmış gibi görünen hayatlarla karşılaşıyoruz. Eriş, 90’lı ve 2000’li yılların başlarında ülkemizde yaşananları eserinde işlemiş. Bu eserde kullandığı teknik sayesinde gazisi Eriş; Marmara depremi ve insanlar üzerindeki maddi ve manevi etkilerini, Sibel adlı küçük kızın öyküsü ile mevsimlik işçi sorununu, zaman sıçramalarıyla bir Kore üzerinden Kore Savaşı’nı, daha sonra Özal döneminden, Cemali ve Gezi olaylarını, sağ-sol kavgalarından, faşist eylemlere kadar birbiriyle ilintisi olmayan ama önemli birçok durumu anlatabilmiş.
Sanat genel olarak bakıldığında dramatiktir. Eriş de hayatın içindeki dramı alıp ironisiyle, trajedisiyle, komedisiyle işlemiş.
Okur, bir romanda kahramanlarının dünyasına girmeyi, anlatıcının bakış açısından belli şeylere tanık olmayı ve ilmek ilmek örülen çeşitli olaylarla bir sona ulaşmayı bekler. Oysa gerçek yaşam böyle değildir. İnsan, hayatı boyunca karşılaştığı çeşitli insanların ve başına gelen olayların bir toplamıdır. Gördüklerimiz, hissettiklerimiz, deneyimlerimiz bu dünyada geçirdiğimiz zaman diliminin içindedir. Bu zaman diliminin içinde giriş gelişme sonuç değil, olan vardır. Kısaca Muhsin Ünlü’nün dediği gibi “burası bu kadar işte”dir; dünya her insanın yaşadığı kadardır. Eriş de alışıldık romanın dışına çıkmayı başarmış. Yazarın amacı ise gördüğü ve duyduğu, yaşadığı ne kadar olay, kişi, durum varsa anlatmak. Yazar, “Dünya Bu Kadar”da Batı Anadolu’nun orta sınıf kasaba hayatını merkeze alarak değişik tipdeki insanları anlatabilmek için kendine bir alan yaratmış.
Mahir Ünsal Eriş’in dili sihirli, anlatımı zengin, hissettiklerini de akıcı bir şekilde aktarabiliyor. Eriş’i okumak ve yazdıklarını izlemek zevkli. Toplumu, oldukça gerçekçi gözlerle görüp aktarabiliyor. Problemler karşısında insanın algılama biçimini yerinde ve edebî bir dille okuruna veriyor. Gözlemlediği birçok insani duyguyu, çeşitli açılardan, objektif bir bakışla ve o durumlarla örtüşen bir jargonla ifade edebiliyor. Kendine özgü, başarılı bir anlatım gücü var.
Eriş’in, ”Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde, Olduğu Kadar Güzeldik, Benim Adım Feridun, Sarı Yaz ve Kara Yarısı” adlı öykü kitapları olduğunu, “Öbürleri ve Diğerleri” gibi uzun öyküler yazdığını göz önünde bulundurursak, Eriş’in, “Dünya Bu Kadar” adlı, farklı bir teknikle yazdığı romanın da uç uca bağlanmış çeşit çeşit yaşamların öyküleri olduğunu anlarız. Türkiye’nin yakın tarihine, gündelik yaşamların ayrıntılarına, kadınlık ve erkeklikle ilgili hâllerini, âdeta bir komşuyu anlatır gibi samimiyetle anlatmış.
Romanın en zorlayıcı ve yorucu tarafı birbiriyle alakası olmayan çok fazla karakteri, yüz doksan dört sayfalık bir kitapta bir araya getirmiş olması. Romanlarda çoğunlukla bir veya birkaç kahraman çevresinde gerçeğe uygun dönen olaylar, onun arkadaşları, ailesi, aşkları, işi vs. ve başına gelenler, yaşadıkları, aldığı dersler, kaybettiği şeyler gibi yaşamdaki olgular irdelenir. Dünya Bu Kadar, tarihî, macera, sosyal, psikolojik, realist, aşk, post-modern temaları içeren hayatları içinde barındırıyor. Romanda, karşımıza çıkan bunca karakterin sonunda bir şekilde buluşacaklarını zannediyoruz ancak bu beklentimiz gerçekleşmeyince kopukluklar olduğunu düşünsek de yazar okura alan bırakmış olabilir diye de algılayabiliriz. Öte yanda da Türkiye’nin ekonomik, politik ve popüler kültürünü bir anda görmüş ve yaşamış oluyoruz. Aslında bu romandan birden fazla roman çıkabilirmiş. Eriş, özenle bu kadar karakter ve olayı biriktirmiş, emek vermiş, en yalın ve doğal hâliyle kalbine ve aklına geleni geldiği gibi anlatmış. Gazete Sanat’ta, Gülçin Aras’la yaptığı söyleşide “Yazmak sizin için ne ifade ediyor?” sorusuna “Benimki sadece anlatma iştahı. Ben anlatmayı seviyorum” diyor. Bu söylem bize, yazarın amacının derinleşmek değil, sadece bildiklerini ve duyumsadıklarını anlatmak olduğunu, sosyal ve toplumsal bir amacı olmadığını, bir yere varmak istemediğini, bir şey savunmadığını, kısaca kendi dünyasında olanları bizlere aktarmak olduğunu düşündürtüyor. Bu durumun ayırdına varınca bir koltukta film seyreder gibi Dünya Bu Kadar’ı çok daha sakin, beklentisiz okuyabiliyoruz. Mahir Ünsal Eriş, bizi âdeta yüksek bir kuleden aşağı bakıp o sırada tesadüfen oradan geçmekte olan insanların çeşitliliğine ve biricikliğine tanıklık ettiriyor. Roman bir solukta okunacak bir eser değil. Yavaş ve sindirilerek okunursa daha zevkli olur çünkü sonuna geldiğimizde “vay! hayatta neler varmış! insanlar neler yaşıyormuş, işte dünya bu!” dedirtiyor. Hepimizin bilerek veya bilmeyerek başkalarının yaşamlarına nasıl dokunduğumuzu, birbirimizi nasıl etkilediğimizi görüp aslında ayrı olmadığımızı hepimizin birbiriyle bağlantımız olduğunu fark ediyoruz. Etkileyici ve farklı türde zenginliği olan bir roman…