UNUTMAK
Issız, upuzun bir loşluğun sonundaydı. Sadece kendi çevresini aydınlatan kuvvetli bir ışığın altında, arkası karanlığa dönük, büyük bir tefekkür içinde çalışıyordu. O halde ne kadar zaman geçirdiğinin farkında değildi; an kadar kısa ya da anın sonsuzluğu kadar uzun olabilirdi. Aslında zaman denilen illüzyon onu çok da ilgilendirmiyordu. Sadece çözmesi gereken şeye odaklanmıştı. Biraz da sıkıntılı bir hâli vardı.
Birden volkanı andıran bir patlamayla elindekini, arkasına bakmadan başının gerisindeki karanlığa fırlattı. Hiddetine inat sakin ama hayal kırıklığını çağrıştıran bir sesle, “Bu defa da başaramadı” diye mırıldandı. Elindeki her ne idiyse, boşluğun içinde havalandı, döndü döndü döndü. Tam karanlığın içinde gözden kaybolmak üzereydi ki, narin ama kararlı bir el onu havada yakaladı.
Sanki her yönden yankılanan ama tam olarak nereden geldiği belli olmayan yumuşak bir tonla, “Haddim değil ama neden vazgeçiyorsunuz Efendim?”
-Vazgeçtiğimi kim söyledi?
-Özür dilerim, böyle fırlatınca…
-Sadece, bu defaki uygulamada da istediğim gelişimi gösteremedi, yoksa kurduğum sistemin en önemli lokomotiflerinden birinden nasıl vazgeçebilirim? Ayrıca, senin öncekiler gibi buna da kucağını hazır ettiğinden emindim.
-Bu defaki sorunun ne olduğunu sorsam, haddimi aşmış olur muyum?
-Sorun, ‘Büyük Yaratılış’ı istediğim hızda hatırlayamıyor. Sadece büyük yok oluşa kilitlenmiş vaziyette.
-Kendini yok ettiğinden beri bu kaçıncı aşama Efendim?
-Aşama sayısı çok da önemli değil hatta önünde daha epeyce yol var. Hafızasının tazelenmesi için acele edersek onu tümden kaybedebiliriz. Beni asıl düşündüren, bir ileri bir geri gitmesi. Zihni çok bulanık. Ölüm ve yok oluş takıntısından sıyrılamıyor bir türlü. Dedim ya, hücresel bilinçaltında yalnızca büyük yok oluşun motivasyonuyla hareket ediyor zihni. Fakat, hafızası hatırladığı olayları bir kenara bırakıp, bir sonraki aşamaya geçemiyor. Aynı yok oluşu, tekrar tekrar, farklı sahnelerle zihninde canlandırıp, başa dönüyor.
-Mutlaka başka yöntemler düşünmüşsünüzdür Efendim. Dışarıdan stimüle etsek işe yarar mı?
-Asla! Bunu kendi başarmalı. Başaracağına da inanıyorum. Atomaltı bilincini tekrar yönetebilme noktasında değil henüz. Önce bilinçaltındaki bu takılmayı geçebilmesi lazım. Yaratılışındaki gerçekleri ona sıkça hatırlatıyorum. Sanat gibi, duygular gibi, aşk, sevgi gibi, bilim gibi, bir şeyi yaratabilme, üretebilmenin heyecanı gibi… Fakat bu anımsatmaların ötesine geçemeyiz. Eğer geçersek, Büyük Yaratılış’ı hatırlasa bile, bunu kendisinin başaramadığının daima farkında olur ve bu da tüm sistemi sakatlar. Öz tekamülle bunu aşmalıyız.
Zihin dalgalarından görüyorum; bu anımsatmalar sırasında varoluşa yaklaşıyor, çok olumlu senaryolar canlandırıyor zihninde. Ama kafasında oluşturduğu bir kronoloji var ve bu kronoloji daima yok oluşun hemen sonrasından başlıyor. Kendi varlığını bile bu yok oluştan sonra başlatıyor. Oysa ki, hep vardı. Halen ‘Büyük Varoluş’una kadar götüremiyor hafızasını ne yazık ki.
-Sizce tek sorun bu kronoloji sanrısı mı?
-Hayır değil ama bu kronoloji, sürekli yok oluşundaki enstantenelerle örülü. Bunların çoğu da savaş, ölüm, salgın, yıkım, yok etme üzerine görüntüler. Kendince, sürekliliği olan ve devam ederek değiştiğini ve geliştiğini sandığı bir silsile yaratmış olsa da tekrar tekrar aynı şeyi yaşıyor zihni. Sadece, o çok gelişmiş beyni aynı şeyi kendisine milyonlarca farklı mizansen ve dekor içinde yaşatıyor. Adeta kendini, adına ‘zaman’ dediği bir cenderenin içine sıkıştırmış ve bu döngünün içinden ne aslını ne de unuttuğu gerçeği çıkarabiliyor. En azından şimdilik…
-Bu bir çeşit koma hâli mi Efendim?
-Denebilir. Daha çok, komada olup da belli belirsiz algıladıklarını rüya zanneden biri gibi. Ara sıra da olsa, geçmişine dair hissettiği şeyler var ama bunları anlamlandıramıyor. Bu noktada, tanımlayamadığı ve oturtamadığı her şeyi ya bilinmeyen bir varlık ya da gerçek dışı olarak görüyor.
Aslında, yaşamın önemli yapı taşlarından ‘Bilim’i hatırladı. Zaman zaman bundan çok fayda görüyor ve bilinci ilerleme kaydediyor. Bilimle ‘Bana ve Büyük Yaratılış’ına çok yaklaşıyor. O anlarda çok ümitleniyorum ama sonra zihni tekrar bulanıyor ve bilimle arama ‘din’ dediği bir şeyi yerleştiriyor. Beni ve bilimi de dinin zıt kutuplarında konumlandırıyor.
Olduğumu düşündüğü yer erişilmez bir nokta onun için. Adeta bana ulaşmayı reddediyor. Oysa ki ben oradayım, yanı başında.
-Alt bilincindeki bu karmaşayı neye bağlıyorsunuz?
-Algoritmasındaki bazı unsurları erken devreye soktu. Büyük Yaratılış’ta ona yüklediğim misyonun farkındaydı ama ‘olgunlaşma’ denilen mekanizmayı saf dışı bıraktı. Acele etti. Kendini ‘Bütün’den ayırmaya başlayan süreç, kendini ‘Bütün’ün üzerinde görme yanılgısıyla sonlandı.
Bu yanlışını anlamış olsa da onunla yüzleşemedi. Bu yüzden de beynini, geçmişini unutmaya kodladı. Aynı, geçmişi kabullenemeyip unutmayı tercih eden hastalar gibi. Bu hastalığı da ‘Alzheimer’ adıyla kendi yarattı elbette.
Büyük yok oluştaki sorumluluğu ile yüzleşebilme noktasına gelebilse her şey kendiliğinden hız kazanacak ve özüne dönecek. Ancak buna hazır değil şu anda. O yüzden de kendisine yaşattığı yıkım, yok oluş, düşüş anlarında ya beni ya da bir üçüncü varlığı suçlama halinde. Sürekli hayali düşmanlar yaratıyor.
-O noktada neden müdahale etmediğinizi merak ediyorum Efendim.
-Edemem, etmek istemem. Dediğim gibi, hatalarını öz denetimle giderecek bir iradeyle var edildi. İradesini devreye sokmayı kendi başarmalı. Başaracak da… Ama daha gelmedik o noktaya. O an geldiğinde, var olmanın sonsuzluğunu, bu sonsuz devinimdeki görevini ve kendisini, bu kere hatasız olarak gerçekleştirecek.
-Bu nasıl olacak? Primatlardan beri bu kaçıncı aşama, artık ben bile hatırlamıyorum sayısını. Yine de içinde bulunduğu evreden hâlâ ümitliyim Efendim.
-Evet, ümitli olduğunu görüyorum. Zaten kollarında emniyette görünüyor. Diğerlerinin yanına kaldırılmadan önce bir süre daha himayende olacağı kesin.
-Elimden gelen çabayı göstereceğim Efendim. Onun için daha farklı ne yapabilirim diye düşüncemi zorluyorum.
-Yanında ol, yeter şimdilik. Kucağında olduğunu biliyor. Sen onun için ‘Tabiat Ana’sın. İleride düşüncende olduğunu da öğrenecek. Bu bir süreç. Büyük Varoluşun ve devinimin sac ayaklarından biri bilimse, diğer ikisi ‘nos’ ve ‘vicdan’dır. Bilimi yarım yamalak da olsa hatırladı. ‘Vicdan’ı anımsıyor ama tam olarak neden gerekli olduğunun henüz ayırdına varamadı; en kötüsü de zaman zaman bunu zaafiyet gibi algılıyor. Bu kafa karışıklığının en büyük nedeni ise, ‘nos’ bilincinin henüz çok uzağında olması.
-Sizce tekrar ne zaman ‘Biz’i keşfeder?
-Zaten sorunun asıl kaynağı bu noktayı çözememiş olmasında yatıyor. ‘Biz’ bilinci üçe bölündü kafasında ve en önce ‘ilkel benlik’ geri geldi. Kendisine Homo-sapiens dediği dönemin başlangıcında da duygularını ve dolayısıyla da vicdanı hatırladı. Ancak ‘nos’u hatırlamadığı için bütünü ve biz algısını kafasında id, ego ve superego’ya ayırmış durumda. Bunları tam olarak birleştirebildiğinde ‘nos’a ulaşacak ve aramıza dönecek, merak etme.
Narin ama kararlı el, başını öne eğerek, şefkatle avucunun içindeki homo sapiens sapiens’e baktı; ruhu ve bedeni yara bere içinde, entübe edilmiş; yaşam mücadelesi veriyordu.