PORTAKAL ÇİÇEĞİ KOKUSUYLA UYANMAK
Sabahları uyanmak istemiyordu. Rüyalarında tam, uyandığında eksikti. Bir parçası başka bir diyarda kalıyordu sanki.
Sıradan bir sabah işine gitti yine. Mecburi bir iş konuşmasında, kendi sesinin çok uzaklardan geldiğini hissettiğinde çok şaşırdı. Ona kalsa ağzını bile açacak durumda değildi. O ses onu kurtarmıştı sanki. Bedeninin içine sıkıca demirlenip yaşamalıydı bu hayatı. “Köklenmeliyim. Afyon yutmuş gibi dolaşmamalıyım hayatımın içinde.” diye düşünerek oturdu masasına. Çalıştı, çalıştı, çalıştı. Eve gitti. Yemek yedi. Uyudu. Sabah yine uyanmak istemedi.
Zorunluluk gibi geliyordu ona hayat. Doğulmuştur, yaşanılacaktır, ölünecektir.
Kimse bilmez sözcüklerin tadına baktığımı. Lezzetlidir kimi, kimi acı. Duyguları kokladığımı da… Mis gibi kokar sevgi, şefkat. Portakal çiçeği gibi… Nefret, keskin kokulu çürümüş meyve gibi. Hınç, bir leş…
Onu seyrediyordum uyurken, uyanırken, işe giderken, çalışırken. Eve giderken…Eve girince… Günlük konuşmalarını dinliyordum. Birisi ona bir söz söylese önce tadına ben bakıyordum. Bir bakışa maruz kalsa önce ben kokluyordum duyguyu. Onun yerine konuştuğum oluyordu bazen. Sesi, boğuk ve yankılı geldiği için şaşırıyordu o zaman.
O bir köksüzdü. Afyon yutmuş gibi dolaşırdı hayatının içinde. Fark ettiği olur, kendine söylenirdi. Oysa o bir ağaç, ben onun köküydüm. O bir çocuk, ben onun anası, babasıydım. O bir çırak, ben onun ustasıydım. Peşini bırakamazdım.
Ona yıllar sonra bir sürpriz yapacağımdan habersizdi.O güne kadar o, hayatını seyredecekti, ben de onu…
Yıllar sonra bir gün:
Eve dönerken takip edildiğini fark etti. Arkasına bakamıyordu. O hızlandıkça arkasındaki ayak sesleri de hızlanıyordu. Köşeyi dönünce duvara yaslanarak durdu. Ayak sesleri de durdu. Tam başını uzatıp bakacaktı ki kendini görmesiyle o bedenin, bedeninin içine girmesi bir oldu.
Portakal çiçeği kokusuyla uyandık ertesi sabah.
EDİTÖR: GÜZİN ARAR- ÇIĞ DERGİSİ