DİLEK EVİN SEYFİOĞLU/KEÇİ

KEÇİ

Köy, göğsüne çöken karabasana teslim olmuş, huzursuz uykusunda sessiz… Yamacın başındaki evin duvarları çatlak, kapısı yarım tutan dilinden geceye sarkmış, tedirgin, bekliyor. Her gece kaba sesinde başka bir türkü taşıyan babanın silueti beliriyor birden. Bıyıkları pos değil yosun gibi, insanın içine işleyen rutubetiyle leş…

Anne… Zamanı sırtlamaktan kamburlaşmış, gözlerinin altı mor, üstü boşluk… Dişlerinin eksikliğiyle değil var olanların küskünlüğüyle konuşur, fısıldar gibi. Evde küçük bir gölge çocuk… Kafası yamalı bir harita, dikişlerin iziyle varamadığı şehirler kurmuş, ulaşamadığı, sığınamadığı… Babanın adımlarını duymasıyla dalgın gözleri hareketleniyor.  Abisine bakınıyor, yok. Abi saklanmakta ustalaşmış. Sobanın arkasına, pencerenin dibine, yüklüğe bakıyor. Saklandığı yerler sır değil, baba ezberledi. Sadece beklemek var şimdi. Anneyle gözleri buluşuyor, ikisi de aynı yerden kırık…

Baba bahçe kapısından giriyor. Dilinde küfür gibi bir türkü, otomatik hareketlerle keçileri iplerinden çözüyor. Sonra dönüyor çocuğa, “Hadi kalk! Git keçileri topla!” diyor.

Dağ, iplerinden boşalan keçileri hızla karanlığına soğuruyor.  Çocuk yürüyor, titriyor. Ayakları çocukluğunun yaralarıyla bezenmiş patikada bedenini sürüklüyor. Gözlerini yumuyor. O gün okulda izledikleri filmi çağırıyor zihninden: Totoro. Ağaçların dansını izliyor. Orada acı yok. Baba yok. Sadece rüzgâr, müzik, kocaman gözlü Totoro ve umudun dinginliği… Ama şimdi rüzgârın dili bozuk ve yamaçta huzursuz gölgeler var.

Keçiler geceye yayılmış. Tek tek sayıyor çocuk. On üç, on dört, on beş. Bir tanesi eksik. Gözlerini ovuşturup bir daha sayıyor, yok! Taşların arasına, karanlığa, boşluğa, ayaza bakıyor. Sürüden ayrılan keçinin ormanda kaybolan ayak izlerini görüyor. İlerliyor. Ağaçlar sıklaştıkça sessizlik büyüyor.  Kuşlar dağın içinde gizlenen bir korkuyu ötüyor. Takip ettiği izler bir çukurun başında bitiyor. Eğiliyor çocuk, çukura düşmüş ayağı yaralı keçiyi seçiyor karanlığa alışan gözleri. Elleriyle toprağı kazmaya başlıyor, ellerinden köklenip -ormanda herkes uyurken- Totoro’yla dans eden ağaçlara katıldığını hayal ediyor. Bir anda duyduğu acı geri çağırıyor çocuğu hayalinden. Elleri kanıyor. Keçiyi çıkarıp kucaklıyor. Bir ses geliyor geriden: “Ne yapıyorsun orada?” Donup kalıyor, babasının sesi? Yok, sadece rüzgâr… Sırtında gölge, kucağında keçiyle yürümeye devam ediyor. Keçiyi bir kayanın dibine yatırıp üzerine hırkasını örtüyor. Kendine kalan yırtık gömlekle toprağa sokuluyor. Topraktan onu yutmasını istiyor. Bir ağaca dönüşmek… Gözleri kapanıyor. Totoro’yu görüyor dans eden dev ağaçların ortasında. Gülümsemiyor ama korkma der gibi bakıyor çocuğa. Abi geliyor, yarası yok. Anne geliyor tüm güzelliği ve ışıl ışıl gülümsemesiyle… Çocuk koşmak istiyor, koşuyor, koşuyor… Totoro kaybolurken abi toz oluyor, anne yel… Yerlerine baba geliyor. Yüzü yok, sadece kopkoyu bir gölge. Çocuk korkmuyor bu kez. Ayağa kalkıyor, keçinin yanına gidiyor ve uyuyor.

Sabaha karşı gecenin kemikleri çatırdayarak dağılıyor. Keçi uyanmış, topallayarak yürüyor. Elleri yaralı çocuk acı hissetmiyor, kalkıyor. Taş yok cebinde, sırtı hafif. 

Ev. Kapı açık. Baba yok. Anne ocağın başında, gözleri yerde. Bir süre bakıyor çocuk;  “Anne,” diyor içinden. Ama söylemiyor. Sobaya bakıyor. Saklanmıyor artık. Hiçbir şey demeden her şeyi söylüyor.