Düş gezginiydim doğduğum coğrafyada;
Suda yakılan ateşe attım günlerimi,
Ne ilk harfi olabildim alfabenin ne de son harfi!
Yitik bir alfabenin yangın yeriydim yalnızca,
Ateşi gördüm, yandım; ölümü gördüm, öldüm!
Yüzümü hep yokuşlara vurdum.
Ayrılıklara kızdım, bağırdım, duvarlara yumruk attım.
Yalnızlıkla öpüştüm, aşka küstüm,
İnsanların içinde yürüdüm ve sonra devrildim.
Giden dönmedi, beklenen gelmedi!
Doluya koydum, almadı; boşa koydum, dolmadı!
Dalından düşen bir yapraktım,
Ağaçtan önce toprağa inandım,
Her şey hızla akıp giderken saatlerin sesinde,
Gözlerimde zulümle yüzleşmiş bir harita kaldı.
Lejantında çokça ağıtlar saklı…
Günlere hüznün iklimi yağarken
Kimdi bu fırtınada ıslık çalan?
Kimdi suların akışına bentler kuran?
Kimdi kuşları önce yemleyip sonra avlayan?
Sorular çoktu;
Oysa yanıt verecek ne kimse vardı ne de vicdan,
Çünkü korkuya yenilmişti insan…
Dedim ey acıları tırnaklarıyla kanatanlar,
Kimsenin gördüğü yok sesimizin yangınlarını
Siz dokunmasanız da kara kıllı parmaklarınızla
Acı bu, bir gülüşe bırakır ömrünü elbet
Atar kabuğunu, güne vurur yüzünü
Hem acı dediğin yarına sağ çıkmayan kehribar bir yara değil midir?
Güneşle uzayıp kısalan bir gölgeydim
Bazen kısaldım bazen uzadım
Üşüdüm, ısındım, kendime yandım
Işıkta var oldum, karanlıkta yok oldum
Çünkü bir yalandım kentin arka sokaklarında
Meğer uzayıp giden bir gölgeymiş yaşam
En çok acılarımız büyütmüş gölgelerimizi…
Bayram ÇAPKURT