ERCAN YILMAZ/UĞURSUZ UĞUR

UĞURSUZ UĞUR

Uğur; anadan doğma, Afyon Dinar’da büyüme, bin aydan hayırsız, diyardan diyara kovulan bedbaht bir orta yaşlı adamcağızdır. Doğduğu gün babası vefat eder. Kardeşleri yoktur. Annesine göre bastığı yer yeşermez, içtiği kuyu kurur, sevdiği kişi üç gün yaşarmış. Hiçbir işe dikiş tutturamayan Uğur’un bütün gün uyuması annesini hepten çileden çıkartırdı. Sofra merasimi yine kavgalı ve dövüşlü geçeceği annesinin tavırlarından belliydi. Hala yorganda tatlı tatlı uyuyan Uğur’a annesi seslendi:

“Kalk hadi, paşa hazretleri. Acizane fakir soframızı şenlendirmez misin?!”

Uğur:

“Bana mı dedin gönlümün sultanı anam?” dedi bir çırpıda fırlayıvererek yataktan.

“Ah, benim saf oğlum! Benim seninle aramın iyi olduğu nerede görülmüş. Birazdan bir kabahat işler, tüm işimizin içine…” dedi cümlesini bitirmeden bardağı sertçe sofraya vurarak. “Ah ah! Adında hayır vardır diye Uğur koyduk. Pek inanıyordum evime şans getireceğine. Ne torun sevgisi tattım ne eve ekmek getiriyorsun diye sevinebildim. Şu hayattaki uğursuzluklarını sıraya koysak, buradan Fizan’a köprü olur. Ama Allah var, benim kabahatim! Ne umarsan tersi çıkar. Eşek kafam, kim bana dedi adını Uğur koy diye! Ah kafam! Sana Uğur ismini taktığım gün kafama tüküreyim!” diyerek başına gerçekten vurmaya başladı.

Uğur pek bir içerlemişti. Bir yandan giyiniyor bir yandan da sofraya oturarak konuşmaya nereden başlayacağını düşünüyordu. Birden lafa bodoslama giriverdi.

“Ah Anacığım, bilirsin güdük biriyim. Pek elimden iş gelmez. Öyle lafımı da esirgemem. Ne güllabiciliği iş edinen dalkavuk olurum ne de lala paşa eğlendiren çanak yalayıcı olurum. Benim özüm, sözüm bir! Ayrıca geçen gün bana iş için ayarladığın adamı da gözüm hiç tutmadı. Ekmek verecek diye işçisine bu derece zulmeden bir patronu benimseyemem doğrusu. Bu dünya sadece kalantorgillere ya da kodamanzadelere kâr kalmaz. Bizim de hakkımız hukukumuz var değil mi canım anacağım?” dedi acı bir gerçeklikle. Söze annesi acı bir istihzayla girdi.

“Ah dostlar! Ah, hangi caminin duvarına işedik! Hangi tavuğa kış dedik! Hangi namazı terk ettik! Hangi mahzun kimsesize zulmettik de bu bedbaht, aynı zamanda faşist ruhlu kişiyi doğurdum! Seni gidi düzenbaz seni! Kelime oyunları yaparsın da tembellik işine gelir, değil mi? Ben senin ciğerini bilirim. Madem kabahat sen de değil, ekinler neden yandı? Koca tarlayı dümdüz ettin Sabiha Gökçen Havaalanı gibi! Girdiğin her işten kovulursun! Deremiz doğduğun gün kurudu. Bir kuyumuz vardı, nah şu kapının önünde, sularını içmeye doyamazdın. Tüm köye yeterdi, tükenmezdi. İçi Sahra çölüne döndü! Evlendirelim dedik seni Hacer kız ile ince hastalıktan bir haftada mort oldu! Fadime’yi alalım dedik, seninle evleneceğine altmış yaşındaki sirkeci Hilmi Efendi’ye kaçtı. Yakında veba çıkar da köy tümden yok olursa hiç şaşırmam!” Bunu söyledikten sonra birden iki elini havaya hızlı bir şekilde kaldırıp gelişi güzel vurmaya başladı koluna. “Kalk Uğursuz Uğur, defol görmeyeyim seni!” dedi.

Uğur:

“Ah anacığım sakin ol! Dediklerine elbet bir cevabım olmalı. Evvela bir anlatayım; sonra giderim. Ekinleri çapalamak için tarlaya gittim. İçim dağlandı, sigara içeyim dedim. Rüzgâr çıktı; ağzımdan uçuverdi ileriye, bulamadım. Sonra tutuşuverdi kuru ekinler. Hava sıcak, rüzgâr kuvvetli. Eee, benim kabahatim nedir canım anam? Doğa ananın hiç mi suçu yok?” dedi ağlamaklı bir ses tonuyla. Annesi hala kafasını iki yana sallayarak sofrada gözünü devire devire onu süzüyordu. Annesinden ses çıkmayınca kelamına devam etti.

“Hem sonra derenin kuruması da ileriki kasabadan açılan sondajlara bağlıymış. Benimle vallahi bir ilgisi yoktur. Kuyunun kurumasının da benimle ilgisinin olmadığını düşünüyorum. Hacer’e gelince, ilahi takdir! Elden ne gelir, benim canım anam. Allah rahmet etsin! Allah bana uzun…!” diyeceği sırada annesi bir anda ayaklandı. “Deme, sus! Allah ne bana ne sana uzun ömür versin! Maazallah şu canım Afyon’u zaten zelil ettin. Sıra gelir denizlerimize, ovalarımıza, vilayetlere, dağlara, taşlara…”

Uğur:

“Hem sonra Fadime ile olmadıysa çok daha iyi oldu. Benim gibi genç aslan gibi bir kocayı kaçırdı!”

Bunu söylerken annesi tiksinen bir surat ifadesiyle baştan aşağı onu süzdü. Kel oluşu, güdük oluşu bir yana dursun, çarpık dişleriyle bu özgüven ve Polyanna ruhuna sahip oluşu onu huzursuz etmiyor değildi. Sözüne devam ederken annesi bunları aklından geçiriyordu.

“Öyle fazla kızma bana canım anam! Kızınca al al olur yanakların! Hem bak diğer arazimizden kalan gelir ile yanan ekinlerimizi tekrar ekip kazancımızı iki misli yapacağız. Sen hele bir Uğur’um canım oğlum deyiver. Göreceksin her şey daha iyi olacak!”

Annesi ise netameli olduğunu bildiği Uğur’a biraz fazla yüklendiğini düşünerek başını okşayıp gülümsedi. Sonra:

“İyi bari, bir koşu gidip alıver bizim Hacı Bekir’den parayı. Sonra da kasabaya gider yeni ekinler için tohumluk alırız. Muhtar Efendi’nin traktörünü de ödünç alırız. Parası neyse veririz.” dedi. Anasının yola geldiğine çok sevinen Uğur:

Hemen gidiyorum canım anam! Sen hiç merak etme, benim adım Uğur! Göbek adım şanstır!” Bunu söylerken gururla başını ileriye doğru kaldırıp dik tuttu. Bu özgüven ile dışarıya çıkıp Hacı Bekir Efendi’nin yanına gitti. Annesi sofrayı kaldırırken bardaklar elinden düştü. Bir anda sofra tuz buz oldu. Öfkeyle toplarken de cam eline battı. Neredeyse ağlayacaktı.

“Ah ne diyeyim ben! Başına dokunmak bile yetiyor. Hem bardaklar gitti, hem parmaklar! Uğursuz Uğur! Uğursuz!” dedi köyü sallayan bir nidayla.

Uğur bu olanlardan habersiz neşeli ve gayet şen şakrak eli cebinde köy yolundan gidiyordu. Çeşmeden su bidonları taşıyan kızların önünden geçerken birden kızların çamurlu yollardan kaynaklı bir kaza meydana geldi. Ne olduğunu anlamadan kızlar zincirleme trafik kazası gibi birbirleriyle yere kapaklanıverdiler. Tek fark, arabalardan çıkan gümbürtü yerine, tiz ve keskin kadın çığlıklarıydı. Sadece bu kaza olsa iyi havaya fırlayan irili ufaklı sular bir de üzerlerine bocalanıverdi. Kızlar yarı çamurlu yarı ıslak ve ağlamaklı bir tonla ayağa kalktılar. Uğur hemen yanlarına yetişti.

Uğur biraz güldükten sonra;

“İyi misiniz?” dedi lakayıt bir üslupla. Ancak sinirli suratlarını görünce hepten katıla katıla güldü. Kızlar bir göz temasıyla saldırıya geçtiler. Uğur’un kahkahaları birden ciddi bir hal aldı.

Geri geri adımlar atan Uğur:

“Yardım etmek isterdim size kızlar; lakin bir işim vardı.”

Köylü kızlar:

“Seni Uğursuz seni! Sen gelince yer sallanıyor! Betini bereketini aldın toprağın. Suyumuz da gitti. Şimdi görürsün sen!” deyip hışımla saldırıya koyuldular. Uğur güç bela kendini kurtardı ellerinden. Yoksa parçalarını cımbızla bulamazlardı. Eyvah ve serenatlarla kaçtıktan sonra arkadan el sallayarak:

“Asıl, siz uğursuz ve sakarsınız! Ben mi yeri sallıyorum; yoksa fazla kilolu yerlerinizden mi dengede duramıyorsunuz?” Bunu derken bir anda gözden kayboldu. Neyse ki bu beladan çabuk sıyrılmıştı. Hacı efendinin evinin önüne geldiğinde pencerede duran Hacı Efendi:

“Dur oğlum aman evimin içine gireyim deme! Ben, sen zahmet etmeyesin diye nah şu önünde duran masanın üstüne parayı koydum. Keseyi açıp sayabilirsin. Validene selamlarımızı arz ediyoruz.”

Uğur fena halde bozulmuştu Hacı’ya. Uğursuzluğuna bağlı çarpıcı bir mesajdı bu. Biraz alınarak biraz da sitemli bir şekilde:

“Eyvallah! Sağ olasın Hacı emmi!” dedi.

Oradan doğrudan Muhtar Efendi’ye geçti. Yapmak istediklerini tek tek izah etti. Traktör bedeli olarak da bir kısım para tutuşturuverdi eline. Muhtar her zamanki gibi yine ricasını biraz da çekinerek yineledi:

“Bak evladım, traktörüme bir şey olmasın. Sağlam verdim, sağlam alırım. Kılına zarar gelirse tarlayı ipotek olarak alırım!” dedi. Söze derin bir iç çekerek devam etti:

“Ayrıca şu bizim diğer köyde güzel bir ev var. Muhtar da ahbabım olur. Gel, senin kaydını oraya geçirelim. Benim köyün hane halkının nüfusunda bir kişi fazla. Yanlış anlama sakın! Tamamen resmiyet gereği bu ihtiyaç olunur!” Bunu söylerken uzun burnunu kaşıyordu. Uğur niyetini iyi biliyordu. Köydeki birçok belanın müsebbibinin kendisi olduğu manasını hissetmişti; ama yine de bozuntuya vermeyerek gayet zekice bir cevap verdi.

Uğur:

“Evvela buradan bir ev almayı düşünüyorum. Köyde kız kalmadı. Birkaç hanenin tek var. Allah nasip eder de burada evlenirsem daha yerinde olur!”

Muhtarın iki kızının bekâr olduğunu bilen Uğur, güzel bir yanıtla ona aba altından sopayı göstermişti. Öyle ya, göze göz, dişe diş zamanıydı bu zaman!

Muhtar çatık kaşıyla şapkasını düzeltti.

“Daha öncede kızlarını sana vermek isteyenlerin başına ne geldi biliyorsun. Ayrıca bu köyde kimse sana kız vermez.” dedi.

Uğur:

“İlahi Muhtar! Eskiler rıza mı gözetirmiş anne baba onayı için. Sen de eşini kaçırdıydın. Babam da anamı… Allah’a şükür, her şeyim tastamam! Neden evlenmeyeyim? En kötü kaçırıveririm bir gün köyden bir kızı da anası babası beşinci rüyasındayken, ruhları bile duymaz. Benim de bebelerim olmalı, benim de soyum kurumamalı. Biz narenciye familyasından mıyız yahu? Siz de Muhtar Efendi, turunçgillerden olmadığınıza göre gayet tabii, bir izdivaç hakkımdır.”

Böylesine siyasi bir diyalog beklemeyen Muhtar, öfkeyle böğürdü:

“Höst! Yıkıl kaşımdan çabuk! Kız kaçırmakta neymiş! En iyisi ana baba rızasıdır! Kimse sana anan soğan, baban sarımsak da demedi zaten. Ne halin varsa gör! Ama benim eşiğimden uzak dur!” diyerek içeriye hızla girdi. Tok bir kapı gürültüsünden sonra Uğur kel başını kaşıyıp keyifle traktöre doğru gitti. Sokak başındaki traktöre atlayıp evin yolunu tuttu. Köy yollarından gelip geçenler zik zak çizerek yol alan Uğur’u görenler, hepsi köşe bucak kaçıverdiler. Sonunda evin önüne vardı. Birkaç klakson sesinden sonra anasına seslendi. Önceden hazır olan anası sevinçli ve temkinli bir şekilde: “Para nerede?” dedi.

Uğur:

“Sen Uğur’u ne sandın anacağım! Para aha, şu cebimdeki kesede. İpini gevşeterek içindekileri annesine gösterdi. Buna sevinen annesi gayet bahtiyar bir şekilde traktöre binmek için oğluna elini uzattı. Annesinin yaralı ve sargılı elini bilmediğinden var gücüyle asıldı çekerek. Kadıncağız canı çıkıyor sanıp ilk basamağında çığlık atarak geri geri düştü.

Uğur korkuyla fırladı aşağı;

“Aman anacığım bir yerine bir şey olmadı ya?” Kalçasını duvara sıva yapan inşaat ustası gibi sürekli eliyle ileri geri götüren annesini hemen kaldırdı. Bir anda tokadı patlatıverdi Uğur’un yüzüne!

Annesi:

“Seni uğursuz seni! Sabahleyin elim sana temas etti. Hemen kesiliverdi. Çay bardakları tuz buz oldu. Bir kıçımız sağlam kalmıştı, onu da un ufak ettin!”

Uğur:

“Vallahi kazaydı anacığım, inan ki bilmiyordum. Yoksa sıkar mıydım elini tutmak için. Annesi bu kazada çok suçu olmadığına biraz kanaat getirdi. Kesik elini evvela o uzatmıştı. Canı yanınca da düşüvermişti. Nazenin bir edayla:

“Peki, bu sefer benim hatamdı. Senin bir kabahatin yok. Hadi gidelim benim Uğur’lu oğlum!” dedi.

Uğur daha önce böyle iltifatları az işittiğinden mütevellit, bir heyecanla annesini kucakladığı gibi bindirdi traktöre. O sevinçle para kesesini hızla iliştirivermişti ceketinin sol bölümüne. Traktörde neşeli şarkılarla kasabaya ekin almak için düştüler yola. Biraz sonra köyün çıkışından diğer köye geçtiler. Bu köyde pek kimseyi tanımazlardı. Muhtarın bahsettiği köy burasıydı galiba. Traktörü zik zaklarla ve engebeli yollarla geçerken bu esnada köydekiler sevinç naralarıyla sağa sola koşturuyorlardı. Hep bir ağızdan:

“Kasabamıza hoş geldin ey Hızır!”

“İyi ki geldin ey uğurlu insan!”

“Ah, bereketinizden istifade etmek ne güzel!”

“Bu yollar kurban olsun size! Her zaman gelin!”

Uğur ve annesi bu tezahürat karşısında hayret ve dehşet içinde kalmışlardı. Uğur’un mutluluktan gözleri parlıyordu. Tevekkeli değil, Muhtar Efendi kötü niyet gözetmeksizin ondan bu köyü övüp dururmuş. Uğur bir anda heyecanla:

“Anacığım, biz bu köye yerleşelim. Gördün değil mi? Hepsi Uğur’lu insan dediler. Hızır gibi mukaddes bir kişiye benzettiler! Bereketli dediler! Ben kendime burada güzel bir eş de bulurum. Mutlu mesut oluruz! Ne dersin canım anam?”

Annesi dudağını büke büke gayet şaşkın bir yüz ifadesiyle cevap verdi:

“Vallahi şaştım kaldım bu işe. Evet, bizim köyden çok farklılar. Herhalde, ben sana fazla teessür ettim. Ben yaşlı ve bunak bir kadınım. Sen bana bakma benim Keltoş oğlum! Benim uğurlu Uğur’um!”

Ağzını keyifle şapırdatan Uğur, direksiyonu gayet fiyakalı bir şekilde sürmeye başladı. Köy yolundan geçerken dar bir kavşağa girdiler. Uğur önünü göremeyip bir anda derin bir yarığın içine giriverdi. Dengesi bozulan traktör un çuvalı gibi sağ kanada yatıverdi. Bereket versin annesi çamurun içine, Uğur ise üzerine kapaklanıverdi. Çok fazla ciddi bir yaralanma olmasa da kesik eli, bitmek bilmeyen migreni, bir de üstüne muşamba gibi serilen oğlunun neticesiyle hepten inlemeye başladı!

“Uy! Uy! Ölüyorum a dostlar yetişin! Azrail üstüme kapaklandı!” Olayın şokunu atlatan Uğur:

“Yok, anacığım benim Uğur’un!” Annesi bir an komadaki hasta rolünden bıçkın bir hale döndü. Gözü yirmi beş volt elektrik yiyen bir insan gibi kocaman bir hal alıp iki eliyle Uğur’u insanüstü bir güç ile itekleyiverdi diğer yana. Zangır zangır titreyerek:

“Ne halt yedin yine uğursuz herif! Yeter artık bir kuru canım kaldıydı, al onu da kurtulalım! Bunları söylerken bir yandan da her yerini yokluyordu.” Biraz siniri yatışıp nefeslendikten sonra yerde bir seksen üzgün haldeki oğluna:

“Kalk bir bakalım arabanın nesi var?”

Her ikisi arabayı sağlı sollu merakla incelediklerinde farlar, çatı kısım, kırık iç malzemeleri gördüler. Anası öfkeden kudurur gibi sağına soluna vurmaya başladı Uğur’un. Uğur zor bela kaçıverdi yolun öteki tarafına. Ağlamaklı bir tonda:

“Anacığım kızma bana. Traktör gittiyse gitti. Tarladan zaten bir hayır gelmedi. Muhtar vallah billâh alacak elimizden nasılsa. En iyisi bize övgüler yağdıran o köye taşınalım ne dersin? Hem paramız da var. Bu parayla bir iş tutar geçiniriz!” dedi.

Annesi:

“Seni domuz! Yerimden yurdumdan etmediğin kaldıydı! Saçma sapan konuşma! O parayla ekin almaktan vazgeçtim. Muhtarın zararını karşılayacağız. Yokla bakalım hele kendini para kesesi cebinde mi diye!”

Uğur sevinçle.

“He ya! Tabii ki cebimde! Aha da bak, sarkıvermiş cebimden kesenin iplikleri.”

Bunu söylerken keseyi çıkarıverdi. Annesi yolun karşısında iki eli belinde bekliyordu. Ancak bir gariplik vardı. Uğur yutkuna yutkuna keseyi sıkıyor. Eline hiçbir şey gelmiyordu. İçine baktı yok, cebine baktı yok! Traktöre koşarak etrafı yokladı, yok! Yok, Allah yok! Annesi durumu anladığından oracığa yığılıverdi. Birkaç dakika geçtikten sonra annesi gözlerini açtığında oğlu Uğur başını okşayarak ağlıyordu.

“Anacığım galiba biz ne Hızırız ne Bereketli! Köylüler boşuna onca güzel söz etmiyorlardı. Cebimden paralar uça uça köyün yollarına savrulmuş. Fena halde çarptılar bizi anacağım!”

Annesi gayet takatsiz bir şekilde Uğur’un eğilmesini istedi. Eğilen Uğur’un bir anda kafasına şaplağı patlattı. Sonra tekrar bayıldı. Son kelimeleri:

“Uğursuz, uğursuz seni…”