FEVZİYE ŞİMDİ/BENİM ADIM TÜLİN

BENİM ADIM TÜLİN

            Sabah erkenden kızarmış ekmek kokusu ile uyandım. Annem kardeşlerimle fısır fısır konuşarak beni uyandırmamaya çalışıyor, bir yandan da kahvaltıda sevdiğim şeyleri hazırlıyordu. Yataktan kalkıp kalkmama arasında bocalıyordum, boğazıma kadar yükselen yumruyu yok etmeye çalışıyordum. Farklı bir şehre gidecektim. Bilinmeyen bir yere yelken açıyor gibiydim. Sanki bütün ailemden kopuyordum.

          Annem doğru dürüst okuyamadığı için bizleri okutmaya yemin etmişti. “Kendi ayaklarınızın üzerinde duracaksınız kızım. Kimseye muhtaç olmayacaksınız. Kendi kendinize yetmeyi öğreneceksiniz. Ele bakmayacaksınız. Kendi hayatlarınızı kurduğunuz zamansa birbirinize yardım edeceksiniz. Hiç birinizin düştüğünü görmek istemem. Birbirinize desteğinizi esirgemeyin. Benim sizlerden isteğim bu.”. Bu sözler benim ve tüm kardeşlerimin kulağına küpe olmuştu.

          Bulunduğumuz çevre mutaassıp bir yerdi. Kızların okuması bir yana dışarıda dolaşması bile hoş görülmüyordu. Genel düşünce; “Kız kısmı okuyup ne olacak? Erkeklere mektup mu yazacak?” olmasına rağmen annem gibi kızların okuması taraftarı olan aileler de eksik değildi.

          Ortaokul ve Lise yıllarımda okula gidip gelirken gözlendiğim hissi her zaman yanımdaydı. Bu beni oldukça rahatsız etmesine rağmen bulunduğumuz yer itibariyle bundan kurtulabilmem mümkün değildi. Yaklaşık yarım saat süren bir yürüyüşten sonra okuluma ulaşabiliyordum. Evden çıktıktan sonra kafamızı yere eğerek okula gidip gelirdik. Kafamızı kaldırıp etrafımıza bakarsak sanki kötü bir kız olacaktık. Bu düşünce beynimize yerleşmişti. İlkokulu bitirdiğimiz yıl biz birkaç arkadaş ortaokula devam ettiğimiz yıllarda evlenen arkadaşlarımız olmuştu. Bunu şaşkınlıkla karşılamıştım. Çünkü evliliğin ne olduğunu bilmiyorduk bile. Kendimiz çocukken bir çocuk yetiştirebilmek ne demekti. Bizlere göre biraz daha gösterişli olan iki arkadaşımın evlenmesi hem bizi hem ailelerimizi üzmüştü. Hele birinin bir yıl sonra doğum yaparken ölmesi içimizi oldukça karartmıştı. İstediği kadar kendi ailesi üzülsün, cenazede kendilerini yerlere atsın. Kızları geri gelecek miydi?

          Annem okumamızı istiyordu ama bir yandan da adımızın çıkmaması için bizleri sıkı sıkı tembihliyordu. “Aman sakın gidip gelirken etrafınıza bakmayın, sakın kimseyle konuşmayın. Size bir şey söyleyen, soru soran olursa kesinlikle cevap vermeyin. Başınız önünüzde gidip gelin.”. Kaygısını bizlere öyle yansıtmıştı ki gözlerimizi yerden kaldıramaz olmuştuk. Bir defasında rahmetli babamın anneme “Okulun orada çıkmasını bekliyordum. Yanında yürümeye başladım, beni fark etmedi bile. Taa kahveye kadar yanında yürüdüm, sonra ayrıldım.” dediğini duyunca çok şaşırmıştım.

          Her çocuk gibi koşmayı, eğlenmeyi, arkadaşlarımla dolaşmayı istiyordum. Hele onlarla konuşurken ağız dolusu gülmeyi… Üniversiteyi kazanmayı çok istiyordum. O zaman özgür olacaktım, istediğim gibi gezip eğlenecek, arkadaşlarımla bir araya gelip oturacak, dilediğim gibi gülecektim. Ama bilemedim ki çocukluğumdaki bu başım önümde yürüme alışkanlığının ömür boyu benimle geleceğini.

           Okumak için şehir dışına gidiyorum. Bütün sevdiklerim toplanmış beni uğurlamak için bir aradalar. Üniversiteyi kazandığım için içim içime sığmıyordu günlerdir. Şimdi ise içimi bir hüzün kaplamış, sanki evden ayrılmak istemiyor gibiyim. Sanki bir bilinmeze gidiyorum, içimde bir parça korku var. Güçlü biri gibi görünmeye çalışırken ömür boyu geri dönmeyecekmişim, sevdiklerimi göremeyecekmişim gibi vedalaşmak bana çok zor geliyor. Annemin sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım.  

“Tülin’im! Haydi yavrum, kalk artık. Bak kahvaltı hazırladım sana.” İçim bir tuhaf olmuştu, o üzgün haliyle bana kahvaltı hazırlayıp hüznünü belli etmemeye çalışması yüreğimi acıtıyordu.

Kahvaltıdan sonra hazırladığım çantamı elime aldım. Biraz sonra evden çıkacağım. Ailem, onlar da beni uğurlamak için ayaklandılar. Anneme, kardeşlerime sarılırken dünyanın sonu gelmiş sandım. İçine üç beş giyeceğimi, kitaplarımı koyduğum çantam bana öyle ağır geliyor ki taşıyamıyorum.

Kardeşlerin en büyüğü olarak hem gururlu hem hüzünlüyüm. Bu kapıdan çıktıktan sonra yepyeni bir dünyaya kanat açacağımı biliyorum. Geleceğe umutla bakmak içimi aydınlatmıştı. Söz vermiştim. Ne olursa olsun, kardeşlerimin okuyabilmesi için ben de elimden geleni yapacak, annemin başını yere eğmeyecektim.

         Son ana kadar kendimi tuttum. Ağlamamak için kendimi zorluyordum. Beni okuluma götürecek otobüse bindiğim zaman gözyaşlarımı içime akıtıyordum. Üniversiteyi bitirip kariyer sahibi olmama rağmen içimdeki o ezikliği tam olarak yenemedim. Başkalarına bakarken hep ayıp olacak diye düşündüm. Başımın yerden kalkması için çok çaba sarf etmem gerekti. Ben yapamasam bile hiç olmazsa kardeşlerimin bu tabuyu kırabilmelerini sağladım.

          Ayıplamayın beni. Geçmişin o kekremsi tadı bırakmıyor bir türlü peşimi. Yapamadıklarım için, yapmaya korktuklarım için acıyan gözlerle bakmayın. Ben elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Hayata tutundum, ayaklarımın üzerinde duruyorum. Hiç kimseye muhtaç olmadan…