HACI ŞABAN BOZTAŞ/TERZİNİN KISA GÜNÜ

TERZİNİN KISA GÜNÜ

Uzun paçalı pantolonları neden sevmem, biliyor musunuz? Hani şu ayakkabınızın topuğundan sarkıp yere değen paçalar.

Evlendikten birkaç ay sonra karımla birlikte bir mağazaya gittik. Bana bir pantolon hediye almak istiyordu. Bir sürü pantolonu deneyip çıkardıktan sonra bir tanesini beğendim. Tezgâhtar kız, pantolonun paçasını mağazanın terzisinde yaptırmak isteyip istemediğimi sordu. Ben de buna gerek olmadığını söyledim. Karım nedenini sorunca da:

“Benim bir terzim var.” dedim, orada yaptırırız.

Mağazadan çıktık.

Üç dört yıldan beri pantolon paçalarımı yaptırdığım terzinin olduğu pasajın üst katına çıktık. Cam duvarına cam bir kapı iliştirilmiş, iki kişinin ancak rahat sığabileceği dükkânın önüne geldik. Uzunca boylu, sağlam omuzlu bir adam olan terzim cam duvara neredeyse yapışmış halde elindeki makasla kumaşları kesip biçiyordu. Bize doğru başını çevirince buraya her gelişimde gördüğüm o mütebessim yüzüyle baktı. Kapıyı rahat açabilmemiz için ütü masasını kapının arkasından biraz geriye doğru çekti. Karısı da ütü masasına yer açabilmek için iyice duvara doğru yaslandı.  Verdiğimiz rahatsızlıktan sıkılmıştık karım ve ben. Terzi “Hoş geldiniz.” deyince içimiz biraz rahatladı, birbirimize baktık memnun bir şekilde.

“Pantolon paçası vardı.” dedim.

“Hay hay!” dedi terzi. “Ben ölçünüzü alayım.”

Mezurayı aldı, kemer hizamdan ayağıma doğru uzattı. Doktor elinde şifa bulmak üzere teslimiyetle bekleyen bir hasta gibi terzinin mezuradaki rakamları okumasını bekledim. Terzi pantolonu aldı. Ölçüsüne göre bir bel bıraktı.

“Ne zaman alabiliriz?” dedim.

“Bir saate hazır olur,”

Tamam öyleyse.” dedim.

Karımla pasajdan çıktık. Kitapçıları dolaştık, bir şeyler atıştırdık. Bir yerde oturup çay içtik. Çay içerken karım:

“Neden saatine bakıyorsun bu kadar?” diye sordu, işin mi var yoksa?

“Terziden pantolonu alacağız ya!” dedim, “Bir saat dolmak üzere!”

“Aman canım, ne acelemiz var, terzi de kaçmaz, pantolon da, merak etme!”

Bense gülümsedim sadece. Çünkü bu terzinin verdiği saate her zaman çok dikkat ettiğimi bilse belki de kıskanırdı.

Bir çay daha söyledi karım. Bir saat dolmuştu, yine de sesimi çıkarmadım. Çaylar geldi karım aheste aheste içti çayını. Hatta son yudumu aldığında “Çay da buz gibi olmuş.” dedi, gülümsedi.

Bir buçuk saat sonra terzinin kapısındaydık. Yine güler yüzle karşıladı bizi. Pantolonu alıp terzinin parasını ödedim.

Eve geldiğimizde karım:

“Hadi dene şu pantolonu da göreyim, dedi.

“Ne acelesi var sonra denerim.” desem de karım ısrar edince mecbur yeni pantolonu giydim. Karım:

“Dön bakayım şöyle bir.” dedi.

Döndüm.

“Paçası kısa olmuş sanki biraz.” dedi.

Kendi etrafımda dönmeyi kestim.

“Evet, benim terzi hep böyle kısa yapar paçaları.”

“O nasıl işmiş öyle?” dedi. “Söyleseydin ya adama.”

Şaşırdım birden.

“Ne bileyim bence de kısa ama hep böyle yapar o.”

“Sen de hiç itiraz etmedin öyle mi?”

“Hayır,” dedim. “Ne gerek var?”  

Ne bileyim adam öyle güler yüzlü ki böyle bir şey söylemek sanki ona saygısızlık olur gibi geldi bana hep.

“Ne acayip huyların var senin de böyle!” deyip mutfağa gitti.

Ben odada öylece kaldım.

Aylar sonra bir pantolon daha almam gerekti. Haliyle paçasını yaptırmak için terzime gidecektim. Ben daha pasajın olduğu sokağa girmeden telefonum çaldı.

“Bak adama söyle uzun yapsın paçaları, öyle kısa kısa hiç hoş durmuyor canım.” dedi karım.

“Sen merak etme!” deyip telefonu kapattım. Pasajın üst katına çıkmak için merdivenlerin ilk basamağına adım atmak üzereyken kalp atışıma bir serinlik düştü. Bir anlık duraksamadan sonra yukarı çıktım. Terzi cam duvarın arkasından beni görünce yine gülümsedi, cam kapıyı açabilmek için ütü masasını geri çekti. Karısı da katladığı elbiseleri bırakıp yol verdi.

“Hoş geldiniz.” dedi terzi.

“Hoş bulduk.” dedim, “Kolay gelsin.”

“Pantolon paçası vardı da.”

“Hay hay!” dedi.

“Ne zaman hazır olur dedim.

“Bir saate.” dedi.

“Tamam, bir saat sonra gelirim ben.” dedim.

Başını salladı, gülümsedi. Cam kapı kapandı, ben de dönüp gidiyordum ki bir boşluk beni içine çekti. Geri gelip cam kapıyı tıklattım. Terzi başını çevirdi, beni gördü, gülümsedi.

“Kusura bakmazsanız sizden bir ricam olacak.”

“Buyurun.” dedi terzi.

Bense onun gülümseyen yüzüne bakarak ağzımdan hiç çıkmayacak sandığım kelimelerin ortaya saçılmasını seyretmeye başladım.

“Yanlış anlamayın, ben kaç yıldır sizde yaptırırım pantolonlarımı.”

“Allah razı olsun, her zaman bekleriz.” dedi.

“Ama her zaman paçaları biraz kısa yapıyorsunuz, bu sefer biraz daha uzun yapabilir misiniz?” deyiverdim.

Terzinin yüzü bulutlandı.

“Ya, öyle mi?” dedi.

Bir eliyle cam kapının koluna tutundu gibi geldi bana. Kırçıl sakalı bir anda apak oldu sanki. Yüzünde kemikleri belirginleşti.

Boşluk beni bıraktı. Kendime geldiğimde bir de başımdan aşağı dökülen kaynar suların hararetini hissettim. Aceleyle “Kolay gelsin.” dedim ve üzerinde durulmayacak türden bir konuşmayı bitiriyormuşum gibi merdivenlere doğru yürüdüm.

Dışarıda bir saat turladım. Bir yere oturup çay üstüne çay içtim. Bir saatin bir an önce geçmesini bekliyordum. Zamansa iyice uzamış, inatlaşmış, çamurlaşmıştı. Sokakta, binaların duvarlarında, gökyüzünde sanki dörtnala koşuyor, benim yakınıma gelince işi en ağırından alıyordu. Çay da içimi rahatlatmayınca kalkıp bir iki sokak dolaştım,

Nihayet bir saat dolunca vardım terzi dükkânın olduğu pasajın önüne. Merdivenleri aceleyle tırmandım. Dükkânın önüne geldim. Cam duvarın arkasında kimse yoktu. Ütü masası biçimsiz bir halde dükkânın ortasında duruyordu. “Yemeğe filan mı gittiler acaba?” diye düşündüm. İçimdeki aceleciliğe yenik düşerek yandaki dükkânlara sordum. İçlerinden bir tanesi:

“Valla apar topar götürdüler terziyi.” dedi.

“Nereye?” dedim donukluğumu çatlatan bir sesle.

“Hastaneye…”

Bir hiçlik beni kavradı. Bu yüzden eve geldiğimde ne pasajın merdivenlerini ne yürüdüğüm caddeleri ne şehir meydanındaki kalabalığı ne sıra sıra bekleyen dolmuşlara yolcu toplamaya çalışan değnekçileri ne dolmuştaki geveze gençleri ne yolun karşısına geçmeye çalıştığım sırada bana korna çalan arabaları hatırlıyordum. Sadece eve gelmiştim ve eve gelirken her zaman olan şeyler ne ise onlar olmuştur diye tahmin ediyordum. Karıma düştüğüm hiçliği belli etmemeye çalışarak yatak odasına geçtim. Dolabı açıp pantolonlarıma baktım. Yüksekliği neredeyse tavana varan dolabın içinde ne kadar da kısa görünüyorlardı.

O gece anca sabaha karşı uyuyabildim.

Bir hafta boyunca her gün pasaja uğradım. Dükkân hala kapalıydı. Komşu esnafa da bir şey sormaya cesaret edemedim. Bir haftanın sonunda cam duvara, “Elbise bırakmış olan müşterilerimiz lütfen bize bu numaradan ulaşsınlar.” yazılı bir kâğıt asılmıştı.

O hiçlik beni bıraktı.

Numarayı aradım, terzinin karısı çıktı.

Ona kâğıttaki notu okuduğumu söyledim.

O da bana terzinin öldüğünü…

O ağlamaklı oldu, ben donup kaldım. Kendime gelince:

“Başınız sağ olsun.” dedim.

Beni hatırladı. Bu dükkândan taşındıklarını söyleyip yeni yerlerini tarif etti. Oraya gittim.

Geniş bir cadde üstünde bir dükkân, camları küçük, tabelası büyük, kapı ardına kadar açık.

İçeri girdim. Ütü masası baş köşeye kurulmuş keyif ediyor.

Terzinin karısı beni görünce dükkânın arka tarafından geldi. Buyurun, dedi.

“Pantolon bırakmıştık.” dedim.

Terzinin karısı geri dönüp poşetler içinde benim bıraktığımı aramaya başladı.

“Siyah bir poşetti.” dedim.

Kadın buldu getirdi. Poşeti bana doğru uzattı ama hemen geri çekti. Pantolonu çıkardı poşetten.

“En son yaptığı buydu.” dedi.

Gözleri doldu, yüzü kızardı.

“Başınız sağ olsun.” dedim birkaç kere üst üste.

“Biliyor musunuz, bu pantolona şöyle bir baktı en son. “İşte hanım…” dedi bana. Ömür dediğin şu pantolonun paçası kadar kısa.”