HİKMET IŞIK CANKAT/LAV’A MEKTUP

Lav,                                                     

Yeğlediğin gibi somut bir isimle merhaba demek istedim.

Putları yıkma yolunda, senin yorumunla ”ayrı yön, kurgu ve yöntemlerle…” Nazım’dan farklı şekilde ilk adımları atarken “Lav” olup aktığın için yazmaktayım bu mektubu.

Biraz geç kalmış olsam da seni dizelerinden ayrıntılı okumak, sömürülenlerin yanında ”Biz” olmak, birlikte Lav olup akmak güzeldi.

İyi bir şairi okumak, dilbilgisi dersine keyifle çalışmak gibidir. Şiir yazmak için günlerce üstünde uğraşman, sıfatları tek tek çıkartman, bir ambar dolusu pirinçte taş ayıklamak gibi olsa gerek. Zaman zaman kuruluğa düşebilecek şiirine ki metalsi diye karşılıyor bu sözcüğü Doğan Hızlan, az sayıda yüklemle can katmayı başarmış olmansa harika.

Sesler … sesler… şiirindeki sesler… Bu tümcemde ”S” sesi ile dinginlik vermeye çalışırken ”R” sesi ile de bir yankı duygusu uyandırmaya çalıştım senin gibi. Şiirinin seslerini dinlemek çok keyifli. Belki de bu tınıları Almanya’da gittiğin müzik okulunda keman çalarken yerli yerine oturttun. Şuna inanırım; yaşadıklarının, birikiminin sonucu iyi bir şair olunuyor. Çocukluğunda Afrika’dan sahneler olmasaydı ne kadar üzülsen de sömürülen kara parçası için belki de ”Mau Mau’yu  doğuramayacaktın. Her kitap; hatta her şiir sancılı bir doğum.

Cizvit okulundan sende kalanlar, tiyatro okumaya karar vererek Almanya’ya gidip batı edebiyatı ile iç içe bir dönem geçirmeseydin belki bir şeyler eksik kalacaktı dizelerinde.

Sürrealist teknik kullanımlarınla, ironinle, heceye ve aruza başkaldırınla, öğreti şiirine tepkinle, toplumu, geçmişi eleştirmenle, geleneksel yaşama reddiye yazmanla, sapmaz cumhuriyetçiliğinle, uzay çağı ve evren konusuna duyduğun ilgiyle, Lav olup akıp gidiyorsun şiirlerinde.

”S.O.S ”teki ”Konak” şiirindeki dizelerin bu özelliklerinden bazılarını ne güzel yansıtıyor:

Örümcekli köhne konak; dişlek oba…

Burnunda soğuk küller, çıtsız, çıtırtısız soba

Minderde

kötürüm nine; yerde

kel halı…

Dizinde emektar kedi; mangalı-

eşen dadı-Köşede yan gelip yatan konsol…

Ve sükutu tırnaklayan öksürüklü piryol

                             saat…

Işıklar; konağın çürük dişi………..(1931 ilk basımdaki şeklinden)

1931’de yayımlanan ‘S.0.S’ teki ”Tımarhanede Balo” şiirindeki din konusundaki radikal dizelerinden  dolayı otuz yıl sonra ikinci basımında 1965’te toplatılması; sonra da 1967’deki aftan yararlanması ve senin toplanmaman(!) ne güzel! Şimdi şairler, yazarlar düşünceleri okunarak toparlanmaları(!) isteniyor. Toparlanamayanlar toplanıyor.

Eksiltili şiir cümlelerini okuyup gözlerimizi kapayıp tamamlamamız için bize bırakman hoş; ama ”Yırtık Mektup Parçaları ”şiirinle uğraşırken yırtmasan iyiydi, dedim.

”Açıl Kilidim Açıl” da iç dünyana merhaba demek, ”Serenad’‘ larını dinlemek:

”Düşünüyor bir yaprak

Üstünde bir çiftin

Şimdi Yalnızız

Sakın Ürperme”….ürpermemek ne mümkün…

”Mau Mau”da şiirlerindeki şimdiki zamanlarda biz de “rap rap yürüyoruz” seninle. Gelecek zamanlarında ise aynı andı içiyoruz ”Mau Mau”larla beraber.”Satmayacağım Beyaz’a bir karış toprak” … Şimdilerde dizelerini ”Biz”im ülkemizin durumuna göre şöyle okuyabilir miyiz? “Satmayacağım Beyaz uzun giysililere (!) bir karış toprak”…  Yitirmiyoruz sencileyin umudumuzu. Kara kıtanın kara talihini nasıl da yansıtmışsın. Tekin Sönmez’in anlatımıyla: ”Burjuva devletinin dinle bütünleşerek insanları sömürmesini ”… Melih Cevdet’e adadığın ”Ruhül Kudüs” ten bazı dizelerini okudum yeniden. Emperyalizm her ülkenin dini inançlarını kullanarak içten yıkmaya devam ediyor hala.

I.

Avrupalı İsâ sırasına göre ihtilâlcidir

İçlidir sofudur sırasına göre

Affeder geldi mi işine

Kin güder gelmedi mi de

Zulmü sevmez çekinmez zulümden de

Dostluğu da düşmanlığı da açıktır

Ara sıra haksızlığa başkaldırır

Her şeyi bağlamaz oluruna

Ama iş Afrika’ya geldi mi Hân-ı Yağma………

”Üç Anadolu” modern bir destan, ciddi bir araştırma, tarih bilgisi gerektiren şiirlerle örülmüş. Anadolu halkının acılarını, üç bölümün her birinde farklı dil kullanımıyla anlatmak hayranlık uyandırıcı. Doğan Hızlan, sözlük koymuş bu kitapla ilgili, biraz zorlanılıyor okurken; ama konunun ruhuna da bizleri böylece taşımışsın.

”Öl yiğidim pir aşkına yar aşkına

Hünkar-ı nabekar aşkına…” dizelerinle de özetliyorsun Anadolu halkının başına gelenleri. Değişen pek bir şey de yok buralarda.

”Nazım Hikmet Rusya’dan ( 1924) ben Almanya’dan geldiğim sırada (1925) Nazım hece vezniyle şiirler yazıyordu. Ben, doğrudan sürrealizmi Türk şiirine getirdim, hecesiz ve kafiyesiz. Şunu da söyleyebilirim, şiirimizde ikinci yeni akımının dildeki değiştirmelerini ben, daha önce yaptım. Bunun özgün örnekleri S.O.S’ de KAOS’ta ”Açıl Kilidim Açıl’ da da apaçık belirgindir.” diyorsun bir söyleşinde. (Recep Bilginer/ Politika 18 kasım 1976)

Altı çizili bir akımın, bir topluluğun içinde yer almaman, zamanını bir dönem tiyatroya, sinemaya vermen Nazım Hikmet, Garip, Gerçekçi Toplumcu Kuşağı ve 1940’ın diğer kesiminin şairleri arasına sıkışmanın nedeni midir?

Bir şey dikkatimi çekti; sanırım bestelenen hiçbir şiirin yok. Senin şiir yazmaktan şiire yeni bir yol açmaktan öte bir düşüncen yoktu zaten. Halbuki ”Serenad” olsun bestelenmeliydi. Ayrıca şiirlerinin pek seslendirilmediğini de gördüm. Şiirlerin yüksek sesle okunduğunda ”phonetic” kurulumuyla çok etkileyici geliyor kulağa.

Hakkında kitap bulmakta zorlandım ve çok üzüldüm. Eser Demirkan, Doğan Hızlan’ın kitaplarından bir de Uğur Cin’in yüksek lisans tezinden ulaşabildim sana. Melih Cevdet Anday’ın “Mau Mau” üzerine bir yazısında belirttiği gibi ”herhangi bir ozanın olamayacağı kadar yenidir O”… saptamasına katılmamak mümkün değil.

Sen ne kadar etkilediysen Türk şiirini, Türk şiirinin ise seni etkilemediği görülüyor. Melih Cevdet, ölümünün ardından yazdığı yazıda bu noktanın altını çizmiş. Doğan Hızlan da kitabında ”Fütürizmin ve sürrealizmin etkilerinin yanı sıra bugün İkinci Yeni’nin başvurduğu dilde değiştirimlerin onda 1931’de yapıldığını göreceklerdir.” yazıyor. Şairin kaderi bu Lav! Dünyaya hoşça kal demeden yazsalardı da anlaşılmanın mutluluğuyla gitseydin.

Senin özgün yolculuğunu sevdim ben. Birilerinden olmak yerine ”Ben” olmanı… Sömürülenlerin yanında yer alırken sanki belli bir ideolojiye sapmadığından yalnızlığın biraz da ve sana dair çok şey yazılmaması… Oysa toplumcu, başkaldırıcı şiirinle sen Türk şiirinin Lavısın. Bunu unutanlara postalıyorum mektubumu.

Melih Cevdet Anday’ın ölümünden sonra yazdığı yazıdan alıntılarla sonlandırıyorum mektubumu. İçimdeki mektuplar ise bazı dizelerime düşecektir zamanla.

Son dönemlerde içine kapandığını, pek sokağa çıkmadığını, çıktığında da tanımadığın ya da adını hatırlayamadığın birileri olursa ”nerelerdesin bakayım sen maskara!” dermişsin ya da ”Zuhuri” diye konuşurmuşsun. Olağan karşılarmış karşındaki kişi. Işıklarda uyu.

                                                                     Zuhuri