LİDER ERŞAN/SIDIKA AVAR VE DERSİM’İN KAYBOLMAYAN KIZLARI

SIDIKA AVAR VE DERSİM’İN KAYBOLMAYAN KIZLARI

 Sıdıka Avar,  bir eğitim emekçisidir. 1901 yılında İstanbul Cihangir’de doğdu. Anne babasını küçük yaşta kaybedince teyzelerinin yanında büyüdü. 1922 yılında Çapa Kız Öğretmen Okulu’nu bitirdi. Bir meslektaşı ile evlendi. 1924 yılında kızı Bahu, doğdu. İzmir’e taşındı, çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı. 1937’de Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’ne girdi. 1939 yılında mezun olup Elazığ Kız Enstitüsü’ne Türkçe öğretmeni olarak atandı. Sonra aynı görevle Tokat’a ardından tekrar Elazığ Kız Enstitüsü’ne müdür olarak atandı. Onun idealist cumhuriyet öğretmenliğinin uzun serüveni de bu lisede ve bu ilde başladı.                             

Meslektaşım ve branştaşım AVAR’ın anı kitabında “Dağ Çiçeklerim” diye anlattığı kızlarıyla tanışmam, Tunceli’nin Pertek ilçesine Türkçe öğretmeni olarak atandığım 1966 yılında başladı. Öğrencilerimin çoğu zor şartlarda öğrenimlerini sürdüren, öğünlerinin çoğunu soğan ekmekle savuşturan okumaya, öğrenmeye meraklı Tunceli çevresinin çocuklarıydı. Bu okuma merakının bir nedeni olmalıydı. Bu okuma merakını uyandıran biri olmalıydı. Bu coğrafyaya gelirken “AVAR” adı, Hikmet Ferdun Es’in “Kızımı da Götür” başlıklı yazısından zihnime yazılmıştı. Doğunun bu küstürülmüş kentinde okumaya meraklı çocukların anneleri AVAR’IN, saklandıkları köşelerden çıkarıp  mantosuna sararak mektebe götürdüğü, öğretmen olduktan sonra da köylerinde göreve gelen kız çocukları; yani Avar’ın “DAĞ ÇİÇEKLERİM” dediği kız çocukları idi. Adı  dillere destan AVAR’I bu cumhuriyet öğretmenini mutlaka tanıyıp tanıtmalıydım.

Sıdıka Avar’ın bu yörede neden efsane olduğunu öğrenmek için fırsatım ve imkânım vardı. Zaman zaman okula çocuklarının ders durumunu sormaya gelen anne ve babalardan başladım. Mutlaka her birinin ya kızı ya kız kardeşi Avar tarafından mantosuna sarılıp at sırtında Elazığ Kız Enstitüsü’ne götürülmüştü. Ben Dersim’de yaşanan acıları, zorunlu göçleri, dağılan ailelerden arta kalan yıkıntıları  ve Avar’ın  kızlarını, gerçek tanıklardan İmam’dan, Hüseyin’den, Hıdır’dan  Kiraz’dan öğrendim. Avar’ın “Dağ Çiçeklerim” dediği;  benim “Dersim’in Kaybolmayan Kızları” dediğim kızlar, Elazığ Kız Enstitüsü’nde belli bir eğitim aldıktan sonra yöre köylerine dağılmışlardı. Oralarda açılan kurslarda  kadınlara; kocalarının işliğini, çocuklarının çamaşırlarını ve kendi şalvarlarını dikmeyi öğretmişlerdi önceleri. Sonra köy evlerinden kursa çevrilen binaları beyaza boyamış, pencerelerine işli perdeler asmışlar, dikiş diken nakış işleyen kitap okuyan genç kızlar yetiştirip sergiler açmışlardı. Bu sergilerden birinde Avar’ı;  Avar’ın Tunceli Dağları’nın sert ayazında at üzerinde kucaklayarak  götürdüğü ve sonra köyüne dönüp kurs öğretmenliği yapan bir öğrencisine sordum:“Size göre Avar kimdi?” dedim. “O bir efsaneydi hocam!” cevabını verdi. Peki sen buraya geldikten sonra bu köyde ne değişti, dedim. “Çok şey değişti, bir şey kesin değişti. Benim köyümde erkekler kadına el kaldıramıyor.” dedi. Tam da almak istediğim cevap buydu.

Elbette, Dersim’de 1938’de büyük acı yaşanmıştı. Bu olaydan bildiklerim o yöredeki canlı tanıkların anlattıkları idi. Öğretmen AVAR, o bölgeye ne amaçla gönderilmişse gönderilmişti. O, bu bölgede anasını babasını kaybetmiş çocukların eğitimle sağaltılması gerektiğinin bilincindeydi. Ve bütün çabası bu yönde oldu. 1966’da bile çoğu yolsuz ve ışıksız dağ köylerine at sırtında yanında yalnızca bir hademeyle gitti. O, dağ köylerine giderken aklında ne onu gönderenlerin talimatı ne de başarırsam mevki alırım fikri vardı. Onun amacı ikna edilmesi zor aileleri ikna edip aileleri bölünmüş yaralı çocukları iyileştirecek bu eğitim yuvasına getirmekti. Adlarına “DAĞ ÇİÇEKLERİM” diyordu. AVAR, kızları için yollarda kalmaya, üşümeye razıydı. Yeter ki onlar, acılarını unutup hayata dönsünlerdi.

Elazığ Kız Enstitüsü, Dersim’in yaralı kızlarına iyi gelmişti. Okuma yazma, matematik, el işi, dikiş öğreniyor, şarkılar türküler söylüyor, voleybol oynuyorlardı. Kızlar hayatta kalan yakınları ile görüştürülüyor, isteyenler yaz tatilinde kısa süreli de olsa köylerine gönderiliyorlardı. Avar mutluydu, ”DAĞ ÇİÇEKLERİ” hayata dönmüştü. Dersim’in kızları kaybolmuyordu. Kurs öğretmeni olup Tunceli’nin veya başka illerin köylerine gidiyorlardı, oralarda evler beyaza boyanıyor, pencerelere işli perdeler asılıyordu. Onların olduğu köylerde töre cinayetleri işlenmiyordu.

Avar’ı eleştirip “Kürt kızlarını asimile etti!” diye suçlayanlar bence onu hiç tanımamışlar; hatta tanımak bile istememişler. Şayet tanısalardı onun Dersimli kızlara, Elazığ’daki yatılı okulda, acılarını unutturmaya çalışırken yollarını aydınlatacak ışığı bulacakları yolu da açmaya çalıştığını, yaralı çocukları nefretle sindirmek isteyenlere de kalkan olduğunu, yaralı kızları kimsenin incitmesine izin vermediğini görürlerdi. Dersim’in kızları Türkçe okuyup yazmayı öğrenmeleri sayesinde fizik ve matematiğe de ulaşabilmişlerdi. Yaşama dönmeleri için çok seçenek yoktu. O tarihlerde ana dilleri olan ‘Kürtçe’ ile eğitim alma imkânları da yoktu. Eminim ki zamanın koşulları uygun olsaydı, o koca yürekli ufak tefek kadın, ana dilleriyle okuyup yazmanın da olanaklarını sunardı onlara.

Avar, anılarını yazdığı kitabının sonunda Dağ Çiçekleri’ne şöyle seslenir: ”Ey saadetinize sevinç, dertlerinize gözyaşı kattığım vefalı kızlarım, biçare bacılarım, uğrunuza serdiğim yirmi senenin kahırları, dertleri, cefaları ananızın ak sütü gibi helal olsun.”

Avar 1979’da İstanbul’da vefat etti. O, son yolculuğuna kızı, birkaç meslektaşı, birkaç öğrencisi eşliğinde sade ve gösterişsiz uğurlandı. Yaşarken istemediği ikbali göçerken de istememişti. “Avar”ca göçmüştü bu dünyadan. Şimdi bir yerlerden belki de Tunceli semalarından sesini duyar gibi oluyorum. Aferin size dağ çiçeklerim, doktor, mühendis, avukat öğretmen anneleri oldunuz. Dayak yemiyor, töre cinayetlerine kurban gitmiyorsunuz. Munzur Nehri’ni denize çevirdiniz. Buz gibi sularında yüzüyor, güneşleniyorsunuz. Çok yaşayın “DAĞ ÇİÇEKLERİM” diyor.

Selam olsun, Dersim’in acıyı bal eyleyebilen insanlarına, selam olsun Dersim’in kaybolmayan kızlarına, selam olsun Cumhuriyet kadını SIDIKA AVAR’A. Selam olsun, bir daha, bir daha…