MELİH DİŞBUDAK/TANRI’NIN SOYKARIMI

Tanrı’nın Soykarımı

 Sevgili Koldan Fedorov,

Yazdığım bu satırlar, belleğinde bir iz bırakmadan yok olmalı. Çünkü bu yasaklı kelimeler hem gölgelerin hem de insanların bizi takip etmesine neden olabilir. Bildiğin üzere ben, dindar bir insanım; kiliseye gitmeyi hiçbir zaman ihmal etmedim ve papazın sözlerini daima dikkatle dinledim. Ancak o gün, inançlarım ve Tanrı’ya bakış açım kökten değişti; gözlerim tamamen açıldı diyebilirim.

O gün, benim için sıradan bir gündü; saatlerin monoton tik tak sesleriyle geçen zamanı hatırlıyorum. Her zaman yaptığım ritüeli yerine getirecektim, fakat o gün içimde bir his, belki de metafiziksel bir varlık tarafından yönlendirildim ve alışılageldiğim kilisenin yerine başka bir kiliseye yöneldim. Bu sözler sana delice gelebilir, ben bile o gün kendime inanamamıştım. Ama gerçekler bunlar dostum, bana inanman gerekiyor; çünkü bu karanlık dünyada sana güvenebileceğim başka kimse yok. Gittiğim kilise, sevgisiz bir mezarlığın yanında kurulmuştu; kasvetli atmosferi boğucuydu ve insanın oradan kaçıp gitme isteğini kamçılıyordu. Yine de düşünmeden, adımlarımı sürdürdüm.

Yıkık dökük taş duvarlar, yüzyılların sessiz tanıkları gibi, geçmişin acılarını fısıldıyor gibiydi. Giriş kapısının paslı menteşeleri, eski ahşap kapıyı açarken, ince bir çığlık atıyordu. İçeri adım attığımda, eski taş döşemeler altında yatan karanlık sırları saklayan bir mezar taşı gibi, acınası ruhumu karşılıyordu. Pencerelerden süzülen ışık, yarı açık perdelerin ardında saklanıyor ve karanlık köşelerde rahatsız edici gölgeler yaratıyordu. Tavanın yüksekliği, boğucu bir atmosfer yaratıyordu. Duvarlardaki eski resimler solmuş ve belirsiz olsa da bir zamanlar burada yaşanan hikayeleri anlatıyor gibiydi. Kilisenin ortasında, eski bir tabut sessizce duruyordu; çürümüş ahşap ve paslanmış demirlerle kaplıydı. Tabutun etrafındaki kırık sandalyeler, yer altından yükselen eski bir hayaletin fısıltıları gibi yankılanıyordu. Bu mekân, sadece ibadet için değil, aynı zamanda bir anıt olarak da hizmet ediyordu.

Bu manzarayla karşılaştıktan sonra, karşımda duran bir papaz vardı. Beyaz elbiseleri lekenmiş, kilolu ve buruşmuş yüzüyle insanın midesini bulandırıyordu. Bakışlarının ardında yatan derin kibir ve öfkeyi hissedebiliyordum. Köşede, korku dolu bakışlarla bu yabancıyı izleyen biri vardı. Ellerini ovuşturarak titreyen bedenini sakinleştirmeye çalışıyordu. Siyahlar içindeki bu gölge, yüzünü net göremediğim bir figürdü; ancak korktuğu kişi ben değildim; korktuğu, o kilolu papazdı. Şu anda burada kutsal bir görevi üstlenmiş birine sövdüğümün farkındayım; ancak buna kayıtsız kalamazdım. Çünkü bu kişi dine hizmet etmiyor, haz ve kibire hizmet ediyordu; şeytanın ta kendisine! Anlayabiliyor musun beni? Evet, anladığını biliyorum, bu yüzden devam ediyorum.

Rahibe doğru adımlarımı sürdürdüm; dudaklarım arasından kelimeler dökülmesi gerektiğini hissetsem de içimden gelen bu sözleri ifade etmek yerine, onun suratına tükürme ve İsa’nın onu kurtarmasını beklerken dövme arzusuyla boğuşuyordum. Ancak yemekten dolayı şişkin yüzüyle mücadele ederken konuşma gücünü nihayet buldu ve ağzını açtı.

“Sen siyahi değilsin, değil mi? Genellikle siyahiler, Tanrı’dan af dilemek ve yaşadıkları tüm kötülüklerin sona ereceğine dair umut aramak için bu kiliseye gelirler. Ama sen beyaz tenlisin. Burada ne arıyorsun? Acele et ve söyle, çünkü rahibe ile yerine getirmem gereken önemli bir ritüelim var.” Sözlerini bitirdikten sonra başını hafifçe sağa eğerek gözlerinde biriken menfi düşünceleri rahibeye aktardı ve ardından hoşnutsuz bir ifadeyle bana döndü.

“Sadece yoldan geçiyordum, bu kilisenin görkemi dikkatimi çekti ve günah çıkarmak istedim. Ancak görünüşe göre pek müsait değilsiniz. Rahat olun, günahlarımı kendim çıkarabilirim. Lütfen keyfinize bakın, Bay Rahip.”

“Öyleyse tamamdır. Saatlik üç ruble ödemen gerekecek, eğer Meryem Ana’nın da mutlu olmasını istiyorsan altı ruble. Bu kilise, gördüğün gibi diğerlerinden farklı. Mimarisinden tut, yönetimindeki rahibeye kadar her şey özel. Sen, benim yüce zarafetim ve gücüm karşısında diz çöküp saygı göstermen gerekirken, buraya gelip yapmacık bir kutsal olan İsa’ya tapınmayı tercih ediyorsun, peh!”

Rahibin bu sözlerinden sonra nefesim kesildi ve donakaldım. Gözlerim, rahibenin ellerini açıp gözleri yaşlar içinde dua ettiğini gördüğümde içimde bir fırtına kopmaya başladı. Kendimi tutamayarak, o şişman domuzun üzerine atladım. Yere düştüğü anda, içimdeki öfke bir volkan gibi patlamaya hazırdı. Sağ elime kuvvetlice sıktığım yumruğumla, sol elime ise adeta öfkeyle dolmuş bir demir parçası almışım gibi hızla onun suratına savurdum. Darbelerimi ardı ardına sıraladım, ama aciz bir şekilde, kıvraklık ve hız açısından o kilolu bedeni aşamadım.

Kendimi kontrol etmeye çalışırken gözlerim çıldırmışçasına odada gezindi. İsa’nın heykeli, tabutun hemen üstünde duruyordu. Hemen ona uzandım ve kavradım. O pislik herifin kafasına sert darbeler geçirdim. Heykelin soğuk, sert yüzü, kan ve et parçacıklarıyla kaplanmıştı. Adeta onunla birlikte ben de kana bulanmıştım.

Geriye döndüğümde, sahnenin karmaşası beni şoke etti. Oda, kırmızı bir nehir gibi kanla doldu. Rahibe, korkudan bayılmış bir halde yere serilmişti, yanı başında akan kanın içinde. Gözlerimi toplamaya çalıştım, ama içimde hala yanan bir öfke ve bir tür vahşi zafer duygusu vardı.

Karşımda, sessiz ve dingin bir şekilde yatıyordu. Beden, artık ruhunu terk etmişti. Ellerim, bu boş kabuğun son nefesini aldığında, içimde bir boşluk ve bir pişmanlık dalgasıyla dolmuştu. Tanrı uğruna işlediğim bu büyük günahın hesabını kim verecekti? Tanrı mı, yoksa iblisler mi bana bu yolu göstermişti bilmiyordum. Ve belki de bu sorunun cevabını hiçbir zaman bulamayacaktım.

Dizlerimin üzerine çöküp son bir kez daha İsa’ya dua ettim. Dualarım, gökyüzüne yükselirken içimdeki çaresizlik ve pişmanlık birleşmişti. Artık geriye dönüş yoktu. Bu kasabaya bir daha asla adımımı atmamaya kararlıydım.

Bu satırları okuyan kişi, sen, benim son mesajımsın. Bundan sonra, ben artık bir mezarlık bekçisiyim. Kendine iyi bak, dostum. Ve unutma, bu son veda değil, sadece bir başlangıç.

Sevgilerimle,

Foma Kuzmin