MİNE DEMİR BALTA/ACEMİ KAPTANIN SEYİR DEFTERİ

ACEMİ KAPTANIN SEYİR DEFTERİ

Gün ağarıyor nihayet. Heyecan dorukta. Akşam tekneye yerleşince sabah altı gibi kalkmamız istenmişti. Ne kalkması! Yatmadım ki kalkayım. Daha doğrusu yattım da uyku hak getire. Dakikaları, saatleri saydım dalga sesleri eşliğinde. Ne şarkılar uyarlandı kafamda gecenin sessizliğindeki dalga sesinden. Kulağıma; yüreğimi kabartacak, hatta biraz da korku salıp heyecanımı arttıracak neler neler fısıldadılar yunuslar, balıklar, bilumum deniz canlıları. Daha önce katıldığım tekne gezilerinde nedense duymamışım, fark etmemişim denizin konuştuğunu. Kaptan olmamı bekliyordu belki de benimle muhatap olmak için.

Sonunda ayaklandı herkes. Miçomuz da kalkmış olmalı ki mutfaktan mis gibi taze çay kokusu geldi. Bir şeyler yedikten sonra eğitmen kaptanımız görevlerimizi anlatacak muhtemelen. Teorik eğitimde hatta sınavda her şey kolaydı, bakalım ellili yaşları geride bırakmış bir kadın olarak denizle baş edebilecek miyim, daha doğrusu dost olabilecek miyim? Denizde dalamıyorum, hatta yüzme bile bilmiyorum doğru dürüst. Aslında paletsiz yüzemiyorum diyeyim. Nerden alıştıysam bu merete, panikliyorum paletsizken. Kaptanımız, “Atla, halatı çöz!” diyecek, benden cevap; ”Paletimi giyeyim, hemen!” Komik mi, absürt mü bilemedim. Neyse ki kimse bilmiyor, söylemeye cesaret edemedim eğitim teknesine almazlar diye. Sanırım kimsenin de aklına gelmez bu yaşta kaptan olmaya heveslenmiş birinin yüzemiyor olması. Gençliğimde müptelası olduğum Fırt Dergisi’ndeki yüzme bilmeyen yakışıklı, atletik vücutlu Salacak Plajı cankurtaranı geldi aklıma. Gülümsedim. Sadece mizah dergilerinde olmuyormuş demek ki böyle şeyler.

Kahvaltı sonrası kaptanımız havuzlukta topladı hepimizi. Ben dahil dört acemi kaptanız. Benim dışımdakiler otuzlu yaşlarda, hepsi de hevesli, heyecanlı, çakı gibi delikanlı. Deniz, Tuna ve Can. Dördüncü acemi de elli küsur yaştaki ablaları, ben. Teknenin eli ayağı miçomuz ise yirmili yaşlarda; uzun boyu, uzun saçları ve yanık ten rengiyle oldukça yakışıklı bir genç. Bendeki şaşkınlığı ve tedirginliği görmüş olmalı ki içi gülümseyen ela gözleriyle “Korkma abla, yaparsın!” diyor sanki.

Vira bismillah başlıyoruz. Titremeye başladım sanki. Şaka değil, üç gün boyunca yelken aç-topla, demir at-demir al, telsiz kullan, tiramola, kavança yap, camadan vur, orsa git vs… Acaba hiç başlamadan bu işten vazgeçip teknenin mutfağından sorumlu müdürü mü olsam? Ama evde de o işi yapmıyor muyum zaten. Niye buradayım ki o zaman? Ha gayret dedim kendime, derin derin nefes al, sadece öğrendiklerini düşün ve uygula, hepsi bu.

Kaptanımız kısa ama özlü bir konuşma yaptı ve arkasından; biliyorsunuzdur gerçi ama şu şurada, bu burada, şunu şöyle, bunu böyle yapacaksınız diye devam etti. Geçti zannettiğim titremelerim arttı mı, bana mı öyle geliyor? Derin nefeslere devam. Bir de özgüvenli bir tavır gerekiyor sanırım, her şeyi çok iyi hatırlıyor hatta biliyormuşum gibi.

Neyse ki motoru çalıştırıp tekneyi marinadan çıkartma işini kaptanımız yaptı. Galiba kıyamadı yelkenlisine. Henüz bilmiyor tabi kimin neyi ne kadar bildiğini ve ne yapabileceğini. Gerçi bilmese de illaki tahmin ediyordur yılların eğitmen kaptanı olarak.

Açıldık, motorla gidiyoruz şimdilik. Bana dümeni teslim etti kaptanımız. Gurur mu duymalı yoksa ezik mi hissetmeliyim bilemedim ama telsizi vermediğine sevindim. Unuttum bile uluslararası telsiz kodlarını. “Alfa, Bravo, Charlie…” diye gidiyordu harfler. Sırayla sayarım elbette ama iş kodlamaya gelince heyecandan afallarım sanki.

Dümen kolay geldi, direksiyon gibi neredeyse. Hatta daha kolay, sağın-solun bomboş, kerteriz al, odaklan yeter. Bir müddet motorla yol aldık, rüzgâr bekliyoruz. Tecrübeli kaptanımızın dediğine göre en az 3 Bofor olmalıymış yelken açmamız için. Derken kaptanımız; “Görev başına, yelkenleri açıyoruz!” dedi. Ben zaten başındayım görevimin. Yelkenciler ellerinde eldivenlerle halatlara asıldılar. Ben komut bekliyorum; yok komut falan. Ne yapacağımı çok iyi biliyorum sanki. Ansızın dümen kaçtı elimden. Yelkenler açıldı ya, tekne sallandı tabi. Ben sakin sakin gitmeye devam edecekmişiz gibi yelken açmaya çalışanları seyrediyorum işime odaklanmak yerine. Birden panikledim ama neyse ki kaptan yanımda bitti hemen. Biraz bağırış çağırış, emirler, koşuşturmalar derken işler düzeldi. Açıldı yelkenler, sustu motor. Herkeste bir dinginlik, rahatlama. Yelkenler fora gidiyoruz. Topladı kaptan herkesi havuzluğa. Ben zaten orada dümen başındayım, mahcup mahcup bakıyorum kaptana ve diğerlerine. Neler oldu, neler yapıldı, neler yapılmadı veya yanlış yapıldı. Kritikler, soru-cevaplar. Ben dümende bir yandan dinliyor, bir yandan da korkudan gözümü kerterizden ayırmıyorum.

Tatlı bir rüzgârla güzel bir seyire geçtik. Bu arada kaptanımız rüzgârın yönüne ve şiddetine göre yelkenlerle ne yapılması gerektiğini anlatıyor, bir yandan da dersler çıkartabilmemiz için yaşanmış olaylardan bahsediyordu. Kaptanımız görev yerlerimizi sürekli değiştireceğinden yarın, öbür gün ben de her görevde bulunacaktım illaki. Anlatılanları çok dikkatli dinlemeli hatta seyir boyunca her şeyi çok iyi gözlemlemeliydim. Bir daha hata yapma lüksüm yoktu.

Sorunsuz geçen birkaç saatin ardından sakin, küçük bir koya gireceğimizi söyledi kaptanımız. Dümeni o yöne doğru kırdım. Koyun girişine yaklaşınca yelkenleri kapatıp motora geçtik. Kaptanımız daha önce onlarca kez gelmiş olduğu koyda ezbere bildiği yere yönlendirdi beni, akabinde kıyıya yaklaşınca dümene kendisi geçti. “Biriniz demir atın, funda yapın!” diye bağırdı. Ben dahil herkes seyirtti ama Deniz koştu hemen ırgatın başına. Gözü pek, acar delikanlı sonuçta. Demir atıldı. Motor yavaşladı, rölantiye geçti, kaptan gene bağırdı. “Halatı karşı kayaya bağlayın!” Yine herkes seyirtti ama ben kendimi affettireceğim ya, kaptım halatı atladım suya çivileme. Yüzüyorum deli gibi bir an önce halatı bağlayıp kaptanımızın gözüne girmek için. Elimde halat yüzdüm, yüzdüm, yüzdüm. Bu arada bir yandan düşünüyorum halatı kaptım ama kayaya nasıl bağlayacağım. Hangi bağı atmalıyım. Zorluyorum hafızamı, bilgiler çorba olmuş; izbarço, kazık, camadan dönüyor beynimde. Kaptanın gözüne gireyim derken rezil olacağım. “Anacığımın örgü düğümünü atayım en iyisi.” dedim, gülme geldi, tutamıyorum kendimi. “Hele bir kayaya ulaş da!” diye düşünüp yüzmeye devam ettim var gücümle. Halatı bağlayacağım yere birkaç metre kalmıştı ki ayağımda paletimin olmadığını hatırladım. Birden yüzme yetimi kaybettim. Kollarım büzüldü, kulaçlarım küçüldü. Ayaklarım hatta bacaklarım bana ihanet içinde ağırlaşıp hareket etmez oldu. Dalmayı bilmeyen ben su üstünde kalamaz oldum. Bir yandan da yüzme bilmediğimi belli etmemeye çalışıyorum, suratımda yalandan “Her şey yolunda!” ifadesi… Son bir gayretle derin derin nefes alıp yüzmeye çalıştıysam da fayda etmedi. En son şuursuzca çırpındığımı hatırlıyorum, uzansam tutunabileceğim mesafedeki kayalığın önünde.

Boğazım yırtılırcasına böğürerek açtım gözlerimi. Gördüğüm ilk şey endişeyle bakan bir çift ela gözdü. Devam ettim bir süre daha su kusmaya, artık ne kadar çok yuttuysam. Utancımdan tekneye doğru bakamamıştım bile. Birden “Çok geçmiş olsun, sanırım kramp girdi bacağınıza. Korkuttunuz bizi. Çırpınışlarınızı görünce… Zamanında yetiştim neyse ki, dedi sevgili miçomuz. Evet, evet kramp girmişti bacağıma. Herkese olabilirdi sonuçta. Biraz rahatlamış olarak kafamı çevirdim tekneye doğru ve iyiyim işareti yaptım merakla bakan kaptana. Ansızın tekneye geri döneceğimiz geldi aklıma, tekrar böğürmeye başladım istemsizce. Ne yapacağımı, ne söyleyeceğimi bilemedim. Vakit kazanmak için bir süre daha yattım kayanın üstünde. Bu arada miçomuzun kaptanla işaretleştiğini fark ettim. Ardından bize doğru geldiğini gördüğüm bot içime su serpti. Tekneyle aramızdaki mesafe motoru indirip bota takmaya değecek kadar fazla değildi ve iyi olduğumu da belirtmiştim teknedekilere. Can ve Tuna’nın kürekle getirdiği bota bindirildim. Yanımızda yüzen miçomuzla birlikte tekneye döndük. Kaptanımız dahil herkes çok meraklanmıştı. Geçmiş olsun dilekleriyle dinlenmem için beni kamarama yolladılar. Belli etmesem de çok utanmıştım. Yemek saatine kadar dinlendikten sonra nihayet kendime gelmiştim.

Öğleden sonraki seyir sırasında telsiz başında olmamı istedi kaptanımız. İyi niyetiyle beni yormak istemediği için mi, yoksa burada ciddi bir sorun çıkartamaz, diye düşündüğünden mi, bilemiyorum. Neyse ki başında bulunduğum sürece telsiz kullanma gereksinimi olmadı. Dolayısıyla başka bir sorun çıkartmamıştım ama çok eğitici bir seyir yapılıyor, herkes bir işe koşuyor ve yeni şeyler öğreniyorken ben telsiz başında pinekliyordum. Çok kızdım kendime. Büyük bir dikkat ve hırsla akşama kadar yapılanları gözledim, her şeyi bir bir kafama yazdım.

İkinci gün büyük bir şevkle kalktım. Görev aşkıyla yanıp tutuşuyordum adeta. Kaptan gene pasif görev vermesin diye hemen eldivenlerimi geçirip karşısına dikildim. Veremedi gerçekten beni öyle istekli görünce. Bir gün önce o kadar iyi gözlemlemişim ki her şeyi, gün boyu hiçbir emri aksatmadım. Hatta öğlen yemek molası için girdiğimiz koyda paletsiz denize girip tekneden çok uzaklaşmadan bol bol pratik yaptım.

Akşam kamaralarımıza çekildiğimizde denizdeki bilumum canlıların ve hatta dalgaların gene kulağıma fısıldadıklarını duydum. Beni aralarına davet ediyorlardı sanki. “Dal!” diyorlardı. “Gör bizi, tanı bizi!” diyorlardı. Ben de çok istiyordum ama nasıl olacaktı, bilmiyordum.

Eğitimimizin son gününe gelmiştik. Bugün son şansımdı ve öğrenmem gereken daha çok şey vardı. İlk günümü boşa harcamıştım, telafi etmeliydim. Yine taktım eldivenlerimi, emre amade asker misali çıktım kaptanın karşısına. Gülümsedi beni görünce. Sanırım bendeki azmi o da fark etmişti. Çok iyi bir kaptan, usta bir eğitmendi. Belki de gençlerin kaptanlığı öğrenecek, tecrübelenecek daha çok zamanları olacağını düşündü ve bana daha çok şans tanıdı o gün. Her verdiği komut sonrasında yaptıklarımla birebir ilgilendi.

Son gün öğle yemeği için güzel ve sakin bir koyda demirlemiştik yine. Yemek sonrasındaki molada, hayatımı kurtardığı için bir kez daha teşekkür etmek üzere miçomuzun yanına gittim. Kısa bir sohbet sonrasında tüm cesaretimi toplayıp, ilk gün bacağıma kramp girmediğini, aslında paletsiz yüzemediğimi ama bu sorunu nispeten aştığımı söyledim. Gülümsedi. Zaten bildiğini anladım. “Peki, herkes mi?” diye sordum utançla. Gene aynı gülümsemeyle “Ne önemi var ki artık paletsiz daha rahat yüzebiliyorsunuz.” dedi. Hak verdim. Ama başka bir sorunum daha vardı. Çok uzun zamandan beri lens kullanıyordum ve bu yüzden kafam her daim suyun dışındaydı. Dolayısıyla, bilmiyordum denizin dibine nasıl inileceğini, hiç denememiştim bile. Oysa ben bu yaşta da olsa denizle, dibindeki canlılarla dost olmak istiyordum. Bu defa farklı gülümsedi, istersem bana her şeyi öğretebileceğini söyledi. Mola süresince konuşup program yaptık.

O akşam eğitim turumuz sona erdi. Vedalaşırken eğitmen kaptanımızın, neredeyse çocuğum yaşındaki genç kaptanların ve tabi ki miçomuzun saygı dolu bakışlarını üzerimde hissettim, mutlulukla gülümsedim. Belki iyi bir kaptan olamamıştım ama en azından denemiştim.

4 thoughts on “MİNE DEMİR BALTA/ACEMİ KAPTANIN SEYİR DEFTERİ

  1. Mine hanım
    Ben o anı yaşadım ,Kaptanlık ve telsiz eğitimi almış ama eğitime katılamamış bir çaylak olarak ,sizi kıskandım
    Çok güzel bir deneyim ,olayların şahidi gibiydim okurken
    Çok teşekürler

    1. Size bu duyguları yaşatabilmiş olmaktan dolayı
      mutlu oldum. Yorumunuz için çok teşekkür ediyorum

  2. Mutlak başaracağız diye bir şey yok. Lakin denemekte gerekir . Emeğinize sağlık Mine Hanım

    1. Kesinlikle haklısınız. Gerçi öykümde kurgu da var ama azimle her yaşta her şeyin öğrenilebileceği de bi gerçek. Yorumunuz için çok çok teşekkür ediyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir