MİNE DEMİR BALTA/CORONA GÜNLERİ

CORONA GÜNLERİ

Bekliyoruz; hepimiz, tüm dünya. Godot’yu bekler gibi. Gözümüz kulağımız haberlerde. Son yıllarda sıkça yapılan seçim akşamlarında beklerdik haberleri merakla, bir de maalesef afet zamanlarında. Bu da bir nevi afet zaten, en kötüsünden hem de. İş hayatımda yıllarca mücbir sebeplerle haşır neşir olmuştum. Borcun ifasını imkânsız hale getiren deprem, sel gibi felaketler…. Bu maddeye bir de virüs eklenir artık.

Haberler diyordum ya, haber dinliyoruz sürekli. Eskiden ajans denirdi. “Radyoyu aç da ajans dinleyelim kızım.” derdi yaşlı sevdiklerim. Öyle her daim açık olmazdı çünkü radyo, tasarruf devri malum ama ajans saatinde mutlaka açılırdı. Sadece elektrikten değil her şeyden tasarruf edilirdi o vakitler. Bu yaşanmışlıklardan gelen alışkanlıkla belki de yaşlı sevdiklerim daha bir tevekkülle karşıladı bu dönemi. Farklı bir kabulleniş ve uyum var. Açıkçası sızlanma, şikâyet gibi şeyler duymuyorum çok. Genç sevdiklerimse bir başka rahat. Onların dünyası zaten ya ellerinde ya da diz üstünde. Mekânın bir önemi yok. Yaşamsal ihtiyaçları da karşılanıyorsa ki karşılanıyordur genellikle, hayat onlara güzel.

Ya bizler? Ben orta yaş diyorum kendime ama yaşanmış yılları sayıya vurduğumuzda eskinin yaşlısı oluyoruz aslında. Sanırım yıllara direnmeye çalışan bir nesiliz. Direnmek içimize işlemiş olmalı ki Corona’ya da direniyoruz. Abartarak belki de. Aşırı bir önemseme ve ciddiyetle kapsamlı bir tedbir ağı kuruyoruz sevdiklerimizin üzerine, hayatı çekilmez kılma pahasına. Zaman zaman aşırılığımızı fark edip doğal akışa uygun davransak da çok kısa sürüyor bu geçişler. En acımasızı da sürecin ucunun açık olması. Neye ne kadar katlanacağımızın bilinmezliği bazen tüm motivasyonumuzu sıfırlıyor. Klişe tavsiyeler, teselliler, çareler yetmiyor. Ben kendi adıma yogaya başvuruyorum böyle zamanlarda, güçlü olmam gerektiği bilinciyle. Oluyor muyum? Eh işte. Yükümüz ağır. Zaten ağırdı, katmerlendi Corona sayesinde. Ancak, güçlü olmanın, zorluklara direnmenin yanı sıra bizim neslin en güzel özelliği sanırım kitabında umutsuzluk yazmaması. Güzel bir kelime umut, insanın içini ısıtıyor. Belki de oğlumun adı olmasından. Deniz Umut. İçinde ne çok şey barındırıyor. Bu günlerde sarılıp sarmalanacağımız şey umut.

Bekliyoruz; hepimiz, tüm dünya. Godot’yu bekler gibi.

… … …

“Kapı mı çaldı? Görev başına. Kolonyam, maskem nerede? Hemen bulmalıyım. Gelen her kimse zile, kapıya dokunmamalı. Asansörden çıkmasını bekleyip kapıyı açmalıyım, yarım yamalak, ucundan, geleni görecek kadar. Gıda siparişi vermiştik, sanırım o gelmiştir.  -Tamam bırak oraya, hem neden maskesizsin sen. Bak ben bile evde kapıyı açarken maske taktım. Görmüyoruz ki nerede bu meret. Her yerde olabilir. Pusuda atlamayı bekliyor. Ayık olacağız, tedbirimizi alacağız. Tamam bırak malzemeleri git. Bekleyecek onlar kapıda birkaç saat, Virus azalana dek.- öyle demişti Otoriteler!”

Kapı çalınması mutluluktu bir zamanlar, yakınımız, sevdiğimiz, dostumuz gelirdi. Neşe ile açar sarar sarmalardık geleni. Dost kucaklaşmaları, neşeli buluşmalar, kahkahalar. Devamında yenilen yemekler, içilen meyler, güzel sohbetler hatta canlı performansla Eski Dostlar. İlerleyen saatlerde dönülmez akşam bile çıkardı belki boğuk seslerle. Bir sonraki buluşma ayarlanırdı gecenin sonunda. Herkes mutlu, güzel bir akşam daha yaşamış olmanın huzuruyla dağılırdı sıcak yuvalara. Çok değil üç beş ay önce.

Ne ara böyle paranoyak olup kapı zilinden korkmaya başladık ki… En yakınımıza karımız, kocamız, anamız, babamız hatta evladımıza korkulu gözlerle bakmamız mı acaba? kuşkusuyla yaşamamız ne ara normalimiz oldu.

“Normalleşebiliriz ama yeni normal, maskeli ve fiziksel mesafeli normal” diyorlar. İnanmalı mıyım? Bunca yıllık yaşanmışlığımda gördüklerim inanmamam gerektiğini söylüyor bana. Çok mu şüpheciyim acaba, yoksa gerçekçi mi desek. Yanılmayı o kadar çok istiyorum ki.

Ne ufak şeyler dert olmuş bize meğerse. Mutluluk avucumuzun içindeymiş de biz görememişiz. İncir çekirdeği doldurmayan şeyler, kıl, tüy hayatı zehir etmiş. Sen misin değer, kıymet bilmez. “Gör o zaman, anla o zaman.” dedi virüs. Hâlâ anlayamıyorsak!!!

Anlayacağız, öğreneceğiz, ders çıkaracağız. Sadece insanı değil her varlığı merkeze almayı, doğaya saygı duymayı, insan olmamızın bir lütuf olmadığını, hak etmemiz gerektiğini kavrayacağız umarım. Belki o zaman kapı zillerinden korkmayacağımız günlere tekrar kavuşabiliriz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir