MÜNEVVER ONGUN/ESKİ TÜRK FİLMLERİ

ESKİ TÜRK FİLMLERİ

Yeni gösterime girmiş bir filmi izlemek üzere gittiğim sinemada oturduğumuz koltuklar o kadar rahat ve gösterişliydi ki çocukluğumda ve gençlik yıllarımızda gittiğimiz sinemaları hatırlattı bana. Tahta sandalyeler üzerinde izlediğimiz Türk filmleri geldi aklıma. Her hafta sonu, gitmek için can attığımız filmler. Geçmişi düşününce hangimiz hissetmedik bir özlem, bir sızı kalbimizde? O özlemle yıllar, yıllar öncesine gidiyorum. 

“Her hafta olur mu? Bu hafta sonunu da evde geçirin.” derdi babam. Annem de “Geçen hafta tanıtım filmini izledik. Çok güzel!” diye bizi destekler, ısrarını sürdürürdü. İzin çıkınca havalara uçardık.

Tek eğlencemiz bu filmler miydi? Tabii ki hayır.  Ama bizde tiryakilik yapmıştı Türk filmleri. Film müzikleri ruhumuza hitap ederken filmin içinde yaşıyorduk adeta. Filmin oyuncuları ile güler, onlarla ağlardık kimi zaman. Başrollerini Türkan Şoray ve Ekrem Bora’nın oynadığı “Aşk Eski Bir Yalan” filminin aynı isimli şarkısını dilimizden hiç düşürmezdik. 

Türkan Şoray ile Cüneyt Arkın’ın başrollerini paylaştığı “Artık Sevmeyeceğim” filmindeki şarkı da yıllarca hafızalarımızda yer etti. Kötü adam Önder Somer’i ise görecek gözümüz yoktu. İsimlerini burada sayamadığım daha yüzlerce filmde yaşadık, sevindik, güldük, ağladık.

Aşk eski bir yalan/ Hayatıma dolan/ Bir ses bir bakış bazen/ O kalbime akan/ Bir çiçek hatırlanan/ Yılların ardından

Evet, yıllar geçtikçe hatıralarda kalan; bir ses, bir şarkı ve unutulmaz aşklardı şüphesiz. Bu filmlerde bizi içine çeken, katıksız, saf, samimi itiraflardı. 

N’evettt… N’ayırrr… N’olamazzz”larla devam eden replikler, bazen bu filmlerden etkilenerek yaptığımız espriler o günlerin en güzel rengiydi. Balkonlu, localı sinema salonlarında iyi yer bulma çabası içinde olurduk her zaman. Girişte aldığımız biletler bizim için çok kıymetliydi, onları kaybetmemeye gayret ederdik. Gazete kâğıdından yapılmış külahlara çay bardağı ölçüsüyle doldurulmuş çiğdemlerimiz özenle taşınmalıydı. 

Film izlerken çekirdek çitletmek vazgeçilmezlerimizdendi. Çekirdek sesleri filmin fon müziğine eşlik ederdi. Kanıksanmıştı, hiç yakınmamız olmazdı bu sesten yana. “On dakika ara”da gazoz içmek de ayrı bir zevkti. 

Hafta sonları genelde kadınlar matinesi olurdu. Her yeni film yeni bir heyecandı bizim için. Bazen film bitiminde yanımızdan geçen kadınlar “Film çok güzeldi. Ağlaya ağlaya et olduk.” tarzında yorumlarda bulunurlardı kızarmış gözleriyle. Eğer film çok ağlatmışsa iyi not alırdı herkesten. 

Filmler anlık eğlenceden öte, her yönden etkisinde kaldığımız görsel bir şölendi o yıllarda. Hülya Koçyiğit koşuşu, Türkan Şoray bakışı, Belgin Doruk saçı hayatımıza girmişti. Oyuncuların kıyafetleri de taklit edilirdi. Terziye ya da kuaföre gidince onların elbise ve saç modelleri tarif edilirdi.

Kapalı sinemalardan sonra yazlık sinemalar da hayatımıza girmişti artık. Hulusi amcanın yazlık sineması yaz akşamlarında hem serinleme hem de eğlence yeriydi. Konu komşu ve akrabalarımızla gündüzden sözleşir, güzel bir film varsa hepimiz orada olurduk o akşam. Her kasabanın en az bir kışlık, bir yazlık sineması olurdu mutlaka. 

Filmler önce büyük şehirlerde gösterime girer, daha sonra ilçelerde oynamaya başlardı. Kasabalara gelene kadar film makaraları oldukça yıpranırdı. Dolayısıyla seyir esnasında film sık sık kopardı. Filmin en heyecanlı sahnesinde koparsa ara verilir, bağrışmalar, “yuhh’” sesleri, ıslıklar kulakları sağır edecek şekilde salonu inletirdi. Bu film kopmaları ile ilgili eşimin bir anısı da bende iz bırakmıştır.

O yıllarda gençler sinemada çok muziplik yapar, başrol oyuncusu kötü adamı döverken alkış tufanı koparırlar, kapının arkasına saklanan kötü adamı göremeyen oyuncuya “Kapının arkasında…’” diye bağırarak haber verirlermiş. 

Bir de filmin her kopuşunda; “Yaz babucun altına birrr…”, “Yaz babucun altına ikiii….” diye bağırırlarmış. Film koptuğunda ayakkabının altına bir çentik atılır, bu çentikler filmin kaç kere koptuğunu belirlemeye yararmış. Islıklar ve yuh sesleri arasında film yeniden başlarmış. Bir akşam yazlık sinemada film izlerken çok kopmalar olmuş. Artık filmin bitmesine birkaç dakika kala film o kadar çok kopmuş ki seyircinin canına tak etmiş. Bu arada makarayı yerinden çıkarıp şeridi ekleyerek yerine takmaktan kolunda güç kalmayan sinemacı “Topal Amat Dayı” ağır aksak yürüyüşüyle gerçek bir yıldız gibi sahneye çıkmış, beyaz perdenin önünde durmuş. Gür sesiyle;

Sonunda gızınnan olan evleniyola. Haden gari, herkes evine.” diyerek filmin sonunu söyleyivermiş. “Topal Amat Dayı”nın bu sözleri o kadar etkili olmuş ki kimse çıt çıkarmadan sinemayı terk etmiş.

Eski sinema yıldızlarını, perde gerisinde günlerce çalışanları, figüranları düşününce; emeğin, fedakârlığın sonucu, temiz duygularla elde edilen başarılar değil midir hafızalarımıza kazınan? 

Saygının, sevginin, samimiyetin var olduğu o yıllar aklıma geldikçe, geçmiş hoş bir seda bırakır kalbimde. 

İsimsiz gibi görünen, film afişlerinde ismi yazılı olmayan başta Topal Amat Dayı ve diğerlerine saygıyla…