MÜNEVVER ONGUN/HÜSEYİN ÖĞRETMEN

Sıvayalım dedik kolları yeniden

Karınca yuvalarını eşeleyip

Harman yerlerini deşeleyip

Ak tohumları tane tane derledik

Avuçlarımızla keseledik, heybeledik.

Bizden sonraki dostlar!

Armağan olsun size

Bu son tohumlar,

Savurun, üfleyin, eleyin, ekin!

Bozkırlar bir daha yeşersin…

BAHATTİN UYAR

HÜSEYİN ÖĞRETMEN

Hüseyin Acar öğretmenimizi rahmetle anarken yitik harmanın son tanelerinden diye düşündüm. Elinde bastonu, titrek yürüyüşü, sevecen bakışı geldi gözümün önüne. Sorular, sorular ve aldığım cevaplar, uzayan cevaplar… O anlatıyor, ben gözyaşlarımı saklıyorum.

” Ne zaman, hangi ayda doğmuşsunuz?” diye soruyorum önce

“Harman zamanı.” diye cevap alıyorum. Eskiden hangi ayda doğduğunu bilen yok denecek kadar azmış. Birçoğu” harman zamanı, zemheride,tütün kırmalarda,zeytinler toplanırken” diye cevap verirdi. Kendilerinde iz bırakan olaylarla belirlemişlerdi doğum günlerini.

Hüseyin Amca öğretmen olmak için ne sıkıntılar çektiğini, yaşadıklarının tam bir macera olduğunu anlattı bir gün. Yatağan’ın Kediler Mahallesi’nden her gün yürüyerek gittiği ilkokul üç kilometre uzaktaki Şeref Köyü’ndeymiş. Zor şartlarda eğitmen olmayı başarmış bir köy çocuğu olan Öğretmeni Süleyman Uyar’ı çok severmiş. Askerde iken eğitmen olmak isteyenleri bir sınavla belirleyip yedi sekiz aylık bir kursa almışlar. Kurs bitimi kendi köyüne yakın olan Şeref köyüne atanmış Süleyman Öğretmen. Giyim kuşamı, konuşmaları ve verdiği eğitimle örnek bir öğretmen olmuş her zaman. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda okuma yazma bilenlerin sayısı yok denecek kadar azmış. Yöneticiler hızla öğretmen yetiştirmeyi, her köye bir okul açmayı, her okula da bir öğretmen vermeyi amaçlamışlar. Önce eğitmen kursları daha sonra da Köy Enstitüleri açarak işe başlamışlar.

Hüseyin amca, örnek aldığı eğitmenini hayranlık derecesinde çok severmiş, onun vereceği bilgilerden mahrum kalmamak için sabah namazında ailesiyle birlikte kalkıp çorbasını içerek erkenden okulun yolunu tutarmış. Herkes gibi onun da ayağında ne ayakkabı ne çorap… Sadece babasının kendi elleriyle yaptığı nalınlar varmış. Küçük Hüseyin çok erken geldiğinden okulun kapısını kilitli bulurmuş hep. Ama bundan da asla pişmanlık duymazmış. Okul kapısında öğretmenini ve arkadaşlarını sabırsızlıkla bekleyişini şu cümlelerle ifade etti:

“Kışın bazı günler çok üşüyordum, ayaklarım donuyordu. Bir ayağımı dizimin arasına sokup ısıtıyordum, o ısınınca da diğer ayağımı. Öğretmen gelene kadar bu böyle devam ediyordu.”

Küçük Hüseyin, her gün öğretmeninden erken gelmemesi için uyarı alsa da bundan asla vazgeçmemiş. Çünkü derslerinden kalma korkusu onun peşini hiç bırakmamış. Okuma isteği, okuma aşkı her şeyden önemliymiş onun için.

Bir gün Süleyman öğretmen, başta Hüseyin olmak üzere sınıfın en çalışkanlarından beş öğrencisini seçerek;

“Sizi sınava götüreceğim. Kazanırsanız yatılı okuyacak, başarılı olursanız da öğretmen olacaksınız. Ona göre çalışın!” der.

Bir süre sonra onları Madenler Köyü’ne sınava götüreceğini söyler. Fakat Hüseyin’in babası onun okumasına karşı olduğundan izin vermez. Zaten ne onu okutacak parası vardır ne de tarlada çalışacak bir iş gücünü kaybetmeye tahammülü. Hüseyin üzülerek durumu öğretmenine anlatır. Öğretmeni:   

“Sen üzülme!” der.

“Sınava giderken sizin evin karşısına gelince ıslık çalarım, sen koşarak gelir bize katılırsın.”  

Hüseyin rahatlamıştır, heyecandan o geceyi nasıl geçirdiğini bilemez. Sabah namazı için ailesinin kalktığını görünce yataktan fırlar, ıslık sesini beklemeye başlar. Pişen çorba sofraya konmuş, Hüseyin tam birkaç kaşık almıştır ki ıslık sesi duyulur. Elindeki kaşığı tepsiye fırlatarak dışarıda alır soluğu. Babası arkasından seslense de duymaz artık Hüseyin. Okuma aşkı ağır basmış evlerinin karşısındaki dereyi çoktan aşmış, bayırı tırmanmıştır.

Hüseyin okulda yazısı en güzel olan, örnek gösterilen bir öğrencidir. Sınav esnasında inci gibi yazısıyla gözetmenlerin dikkatini çeker. Görevli öğretmenlerin hepsi birer birer Hüseyin’in başına gelir, cevap kâğıdını incelerler. Hüseyin bu durumdan biraz tedirgin bile olur. “Yanlış cevaplar mı veriyorum acaba?” diye endişeye kapılır. Sınav bitimi öğretmeni ve arkadaşlarıyla köyün yolunu tutarlar. Öğretmeni atının üstünde, öğrenciler yayan yapıldak inişli çıkışlı, dar yollarda ilerlerken bir an önce köye varma çabası içindedirler. Yolun yarısında Süleyman öğretmen birden atını durdurur, Hüseyin’e döner;

“Acar! Sen bugün beni göklere çıkardın. Gel seni bir öpeyim!” der ve atından iner. Hep onun gibi olmayı arzuladığı, örnek aldığı değerli öğretmeni ateş fışkıran al yanaklarından öper ve sımsıkı sarılır Hüseyin’e.

”O anki duygularımı size anlatmam imkânsız. Kalbimin sesini öğretmenim duyacak diye ödüm koptu. Dünyanın en büyük mutluluğu bu olsa gerek dedim. Kendime karşı olan sorumluluğumun bilincindeydim ama öğretmenime karşı olan sorumluluğum kat kat artmıştı.” diye ekledi Hüseyin Amca.

Bunları bize anlatırken bile dudakları titriyor, gözyaşları yanaklarından süzülüyordu Hüseyin Amca’nın.

Epey bir zaman sonra sınavı kazandığının müjdesini verir öğretmeni. Fakat ailesi;  

“Gönderemeyiz.” der. “Ne yol parası verecek ne de cebine harçlık koyacak durumumuz var.”

Bu arada sınavı kazandığını öğrenen konu komşu ve akrabalar tebrik ziyaretine gelirler. Adet olduğu üzere beşer onar kuruş harçlık koyarlar cebine Hüseyin’in. Öğretmeni bir akşam evlerine gelir, Hüseyin’in ne kadar akıllı olduğunu anlatır, başarılı olacağına inandığını söyler ve izin vermeleri için onlara adeta yalvarır. Yol parası işini de halledeceğinin sözünü verir ve aileyi ikna eder. Birkaç gün sonra Hüseyin’le birlikte Muğla’ya giderek Milli Eğitim Müdürlüğü’ne uğrarlar. Müdür, Aydın’dan İzmir’e kadar trenle ücretsiz seyahat edebilmesi için bir belge verir Hüseyin’e. Ama Aydın’a kadar nasıl gidecektir. Birlikte karayoluna çıkar, yürümeye başlarlar. Her geçen aracı durdurarak Aydın’a gidip gitmeyeceğini sora sora “Eyergediği” mevkiine kadar gelirler. Orada durdurdukları resmi bir araç Aydın’a gitmektedir ancak bir sorun vardır. Şoför, resmi bir araca yolcu almanın suç olduğunu, bu yüzden yardımcı olamayacağını söyler. Öğretmeni şoföre Hüseyin’in cebindeki harçlığı gösterir.

“Bak, der. Bu çocuk bu harçlıkla yola çıktı, her şeyi göze alarak. Öğretmen olacak, senin benim gibi insanların çocuklarını hatta torunlarını okutacak. Gel bu başarıda senin de payın olsun.”

Şoför sonunda ikna olur, Hüseyin’i Aydın tren garına kadar götürür. Elindeki tahta bavul ve ücretsiz seyahat belgesi ile İzmir trenine binerek “Kızılçullu Köy Enstitüsü”ne doğru yola koyulur. Hüseyin hayatının en zorlu yolculuğunun en başındadır henüz. Ama içindeki azim ve kararlılık Süleyman öğretmeninin yüzünü kara çıkartmayacaktır. Binlerce öğrencisiyle Hüseyin de “Hüseyin öğretmen” olarak göklere çıkacaktır.

Bahattin Uyar’ın “Yitik Harman” şiirinde betimlediği gibi yitik harmanın son tanelerinden biridir Hüseyin Öğretmen. Bozkırların hep yeşil kalması umuduyla…