Nazım’ın Yattığı Yerde
Bir zamanlar, özgürlüğü simgeleyen bir tepenin yanında, demir parmaklıklarla çevrili bir hapishane vardı. Burada, umut ve hüzün yan yana yaşardı. İçerideki mahkumlar, dışarıdaki doğanın güzelliklerini izleyerek özgürlüğe dair hayaller kurarlardı.
Ahmet, duvarların içinde sıkışıp kalmış bir ruhla her sabah pencereden Uludağ’ı izlerdi. Gözleri, dağın ihtişamında kaybolurken içinde bir türkü çalmaya başlardı. “Bende gül, sende şeftali kokusu…” derken çocukluk anılarıyla dolup taşardı.
Bir akşam, birlikte tutsak oldukları arkadaşlarıyla Nazım Hikmet’i anmak için bir araya geldiler. Ahmet, “Nazım’ın izinde yürümek istiyoruz. O, bu duvarların ötesinde özgürlüğün sesini duyurmuştu.” dedi. Arkadaşları, onun hayalleriyle dolu gözlerle ona katıldılar. Dışarıdaki rüzgârın, yaprakların arasında fısıldayarak Nazım’ın adını söylediğini hissettiler. Gözleri hüzünle dolarken içlerindeki boşluğu dolduracak bir umut arıyorlardı. “Bir gün bu zincirler kırılacak!” diye fısıldadı Ahmet. “O zaman biz de yeniden doğacağız.”
Hapishanenin karanlık duvarları, Nazım’ın sözleriyle aydınlandı. İçlerindeki umudu büyüterek özgür bir geleceği hayal ettiler. Ve o gece, gözyaşları ve türkülerle Nazım’ı anarak insanlık için yeni bir direnişin ateşini yakmaya karar verdiler.
NAZIM’IN YATTIĞI YERDE
Bende gül, sende şeftali kokusu,
Yürürüz Çekirge’den Hüsnügüzel’e doğru.
İpeğe sarınmış nazlı bir gelin gibi,
Uludağ görünür ihtişamıyla
Ay, bulutun ardında kararan mavilerde,
Suyun sesi geliyor şırıl şırıl tepelerde.
En yüksek mertebeye ulaşmak için!
Hapis yatası geliyor insanın
Nazım’ın yattığı yerde.
Gökyüzüne uzanmış kavak ağaçları
Bir selam salmış sanki ona dokunur
Yaprakların ardında fısıldar adını rüzgar
Yankısı var havada sonsuz bu destanın
Gözlerim hüzünlü, dudaklarımda bir türkü,
İçimdeki boşluk dolar dizeleriyle
Bir umut, bir özlem taşır
Nazım’ın izinde yeniden doğar insanlık.