ÖZGÜN ÜNLÜ/KATİL KÖYLERİ

KATİL KÖYLERİ

Yasemin çiçekleriyle kandırıldık. Yoğun yasemin kokusunu içime çekerken pıt diye burnuma vuran bir dokunuşla kendime geliverdim. Arının sokması beni kendime getirmişti. Başım burnumun ucunda dönerek duvara toslayıp yere serildim. Yasemin çiçeklerinin örttüğü bir duvara çarpmıştım, kocaman sur gibi olan. O duvar ki çiçeklerle bezeli. Mis gibi yasemin kokularının yayıldığı kilometrelerce örülmüş bir duvar. Beni, kelebekleri, arıları böcekleri her canlıyı kandıran bir duvar.  Doğayı betona dönüştürüp bizden çaldıkları koyları bizden nasıl da saklıyorlar. O resim gibi koylar artık çocukluğumda kaldılar. Burnumun direği sızlayarak yerden kalktım ve kandırılmışlığımıza ağladım. Ben kandım, çiçekler kandı, kelebekler kandı, arılar kandı, hepimiz kandık. Doğa böyle sahte sunumlarla elimizden alındı. Kandırıldık, bu sahte hayatlara her şeyimizi sattık. Tarlamızı, ineğimizi, hayatımızı burjuvaziye sattık. Burjuvazinin hayatın özünü sömüren bir aldatma olduğunu anlayamadık. 

Eskiden kendi kendime konuştuğumu sanırdım, üzülürdüm. Artık üzülmüyorum; sonunda hayat da benimle konuşmaya başladı. Yasemin çiçekleriyle örülmüş hırsızlığın, kandırmacanın, yalanın duvarına tosladığımda tek kananın ben olmadığımı anladım. Burnumda arının iğnesi ağrıyan bir kafayla kendi kendime konuşurken rüya gibi olan Bodrum’um da geçmişimi unuttuğuma hayret ettim, nasıl da unutturdular o güzelim geçmişimizi.

    Güvercinlikten Bodrum’a giderken eski Bodrum’u düşünüyorum.  Uzun yıllar sonra Bodrum’u seyrediyorum gözlerim sonuna kadar açık. Eskiden gördüğüm o koylar artık yok. En sevdiğim Zeytinlikahve’yi, sarı kumları olan o güzel koyu, denize uzanan o yarımadayı göremiyorum. Çocukluğumda pikniğe geldiğimiz bu koyda, babamın ahtapot avlayıp ateşi yakıp ahtapot güveç yaptığı o yer, artık yok.  Pikniğe, zıpkınını ve toprak güveç kabını taşıyan babamın, soğanı soyup biber ve domatesleri doğrayıp güveci kuruşunu hatırlıyorum. Ahtapotun tadı hala damağımda. Anılarımın güzelliğini düşündükçe o koyları görmemi engelleyen yüksek duvarları yasemin çiçekleriyle sardırıp bizi yasemin çiçekleriyle kandırdıklarını anlıyorum. O yaseminden duvarların arkasındaki katil köyleri sıra sıra Bodrum’a doğru hızla ilerliyor ve biz  yakında güneşin doğuşunu da batışını da göremeyeceğiz. Zeytinlikahve’yi unuttuğumuz gibi birçok güzelliğin hissettirilmeden elimizden alınışına şahit olacağız. Ve yıllar sonra birimizin çocukluğu aklına gelecek ve soracak: Bir koy vardı buralarda bir yerde. O koyun adı neydi? 

     Rüyalarımda hayat hala çok güzel, bir rüya bu kadar mı güzel olur.

Damla damla yağacağım ki ufkum açılsın bulutlar dağılsın. Kafamı kaldırıp sonsuz gökyüzüne bakınca hala gökyüzünü görebiliyorum, çevremdeki güzelliklere odaklanıyorum, ağaca bakıyorum, ağaçta kaç yaprak olduğunu saymaya çalışıyorum. Denizi, çiçeği, ağacı, kelebeği, uçan balığın kanadını, yakamozları düşünerek uykuya dalıyorum.

     Rüyamda kocaman bir ağaç önümde, mevsim bahar, ağacın yaprakları koyu yeşil, gökyüzü açık mavi, bulutlar beyaz, hava hafif rüzgârlı… Gökyüzünde bulutların dönmesinden, renklerinin değişmesinden anlıyorum. Bana göre mevsim bahar, aylardan haziran. Ağacı seyrederken rüzgâr şiddetleniyor, bulutlar çoğalıyor, ağacın yaprakları kuş olup uçuyor. Ağaç yapraksız çıplak kalıyor; sonra ağaç yok oluyor dönerek dağılan bulutlarla. Sonra yine güneş çıkıyor, hava açık mavi, kuşlar dönerek çığlıklarla geriye geliyor ve yine bir ağaç oluyorlar üzerinde çığlık çığlık yaprakları olan. Ağaç mı, kuşlar mı, yapraklar mı güzel? Güzel bir rüya gördüm içinde güzel bir hayat olan. Biz doğayı katletsek de O çığlık çığlık dönüşecek olan tek mucize adı hayat olan.