SUZAN KUYUMCU/SANAT KADIN VE ROMAN

Sanat, Kadın ve Roman

“Roman, içinde bulunduğu dönemi kahramanlarıyla aydınlatarak yol alır”

Sanat; duyguyla örülü, mantıkla çevrili olan yaşanmışlıkları sırtlanan hamal, uzun yolculuğuna yüküyle çıkan gezgindir. Her dönemde mola verir. Heybesine doldurduğu bilgilerle sonsuzluğa yelken açar.   Dünyanın bütününde sanat, sanatçılarıyla var olur. Her toplum sanata, sanatçısına önem vermek zorunda olmalı; ötelenirse en güzel hırsız olan zaman o dönemi karanlığa gömer. Başka deyişle sanat, hızla değişim gösteren kültürün yol haritası, insanoğlunu aydınlatan rehberdir. Sağlıklı insanların görsel duruşunu çevrelediğine inanılan tinsel enerjiyi; sanat kavramını açıklamak için de uyarlamak mümkündür. Geçmişin canlılığını günümüze yansıtarak aynı görevi üstlenir. Tin, yalnız insana özgü düşünme yetisidir. Sanat, yazım rengiyle öylesine canlı öylesine gerçektir ki aydınlığı önce yazarlarını kuşatır. Yapıtlardaki kahramanlar bu ışık için görevlendirilir. Bulunduğu dönemin olağan olgusunun zaman aşamasındaki başkalaşımına ışık tutarken kimi zaman Atatürk’ün ilkeleri gibi değerler hedeflenerek kalıcılığına ev sahipliği yapar. Toplumlar arası yakınlaşma, bütünleşme, ortak duyguları paylaşma ve zevk almak için önemli köprüdür sanat.

Bir toplumun kültürel ana menüsü, yöresel kültürüyle paralel yürüse de içerikte farklı olguların yer aldığını biliriz. Bu farklılıklar gelecekle ilgili öngörüler, 18. Yüzyılda ilk kez Fransa’da gelişen, gerçekte var olmayan hayali yapıtlar (Fantastik), masal türleri vs. gibi kurgusal hayal ürünleridir.

Her yazar kendi yöresindeki yaşanmışlıkları kaleme alırken dönemin toplam kültürel yapısına imzasını atarak tarihe notlar düşer. Bu nedenle, yazarların yarattığı kahramanlara yüklediği görevler, ileri dönem insanına ışık tutması içindir. Yapıtlar aynı zamanda toplumları ortak sonuçlarla buluşturur. Farklılıklarıyla oluşan etkileşimi, kültürel zenginlik izleği doğrultusunda, aynı göreve hizmet ettiğinden evrensel özellikler taşırlar. Kısacası gelecek dönem toplumlarına bilgi aktarımıdır sanat. Aktarılan bilgilerin içeriği doğrultusunda, o içerikle ilgili ne kadar yol alındığı gözlemlenir.

İleri, gerileme, durağan vs.

Roman yazarı olarak yapıtlara yüklenen görevlerden, kadının nereden nereye doğru yol aldığından söz etmek isterim.

Yazar işleyeceği konuları romanın kahramanlarını görevlendirerek yola çıkar. Okuyucu kahramanları tanırken kitabın konusu hakkında da bilgi sahibi olur. Sonrasında olayların karışıklığı, çoğalan kahramanlarla bütünleşirken sıralanan düğümler kitabın konusunu tam anlamıyla çıkmaza sokar. Bir romanı okunabilir yapan, çıtasını yükselten verileridir bu çıkmaz sokaklar. Matematik yaşamımızın her alanında olduğu gibi edebiyat dünyasının da vazgeçilmezidir. Girilen her çıkmaz sokağı bir nedene bağlamak zorundadır yazar. Okuyan her kesimden insanın ya da toplumların anlayabileceği mantık söz konusu olmalıdır. Öngörülerle varılan sonuçlarda okuyucuyu şaşırtabilmelidir yazar. Kitabın sonlarına doğru önceden atılmış olan düğümlerin çözüm süreci başlar. Olaylar akışında romanın konusuyla birlikte kitabın kahramanları da başkalaşım geçirebilir. Çözülmeye başlayan her düğümün akılcı açıklamaları olmak zorundadır. Karma yapıya sahip insanın ruh durumlarını kitabın içeriğine yansıtırken bu başkalaşımı okuyucuya, yazım akışı içinde hissettirmeden verebilmelidir yazar.

Romanı uydurulmuş birer masal olarak algılar. Ne büyük yanılgıdır!

Her yazar, kendi dönem yaşanmışlıklarını gerek siyasi gerek dini fikirleri, kimi zaman toplumsal sorunları esas alarak ahlaki, kültürel yapısı doğrultusunda yine o dönemin yer ve mekanını işleyerek eserlerine aktarır. Onun görevi, karmaşayı resmettikten sonra olayların arasında bağ kurarak düzene sokmak, kurgusunu oluşturmaktır. Yazım yeteneğinden faydalanarak birikimini okuyucuya sunmaktır. Yani yazar, gerçek yaşamın harmanlanış görevini üstlenirken tali yollardan gelen olayları kurgular. Romanın bütününü de kurgulayabilir yazar. Neyi kurgulamış olursa olsun, olay yine yaşanmış ya da yaşanması olası olaylar sarmalıdır. Günümüzde kaleme alınıp işlenmemiş hemen hemen hiçbir konu yoktur. Yayınevlerinin çoğu işin ticari yönüne ağırlık verdiğinden parası olan her yazarın bir kitabı olur. Bundan sonra yazarlardan beklenen, konunun işleyişindeki yazım yetisi olur.

Edebiyatın nereden nereye doğru evrildiği konusuna değinirsek; yansıması günümüze kadar uzanan Eski Türklerden kalan yapıtları incelersek, (örneğin, Dede Korkut) dönem kadınının altın çağını yaşamış olduğunu gözlemleriz. Ata binen, savaşlarda kılıç sallayan, siyasi toplantılarda bulunan, cemaatine söz geçiren, savaş arkadaşı, çocuğunun anası, aile-ocağının koruyucusu amazon kadınların varlığını bu yapıtlar sayesinde öğreniriz. Karşı cinsten gerek fikir gerekse beden gücüyle övgü alan amazon kadınlar…

İslamiyet’in kabulüyle yaşanan kültür ve medeniyet değişiminin etkilerini, dönem yazarlarının kaleme aldıkları yapıtlardaki kadın kahramanlara yüklenen görevler sayesinde öğreniriz. Ataerkil aile hayatı, çeşitli ülkelere yapılan fetihler, yabancı milletlerle kurulan ilişkiler kadının toplumdaki yerini sarsarak önemini kaybetmesine neden olmuştur.

İlk Türk öykü-roman yazarlarından olan Şemseddin Sami, Sami Paşazade Sezai ve Nabizade Nazım’ın yapıtları incelenecek olursa, edebi açıdan fazla önem taşımasa bile roman kahramanlarına yüklenen veriler sayesinde günümüze ışık tuttuğu için önem kazanır. Dönem yapıtlarının genelinde kaç-göç sorunları, kadının görücü usulüyle evlendirilmesinin olumsuz sonuçları işlenirken, tarihi yönüne de vurgu yapar. Sami Paşazade’nin 1889 da yayınlanan “Sergüzeşt”te, Osmanlı dönemi kadınının odalık, esir-cariye- olarak kabul gören yeri vurgulanır; bu öngörüden sonraki dönem yazarları da etkilenir. Nabizade Nazım’ın, 1896 da yayınlanan Zehra isimli romanıyla “Karabibik” isimli uzun öyküsünden anlaşılmaktadır ki o dönemde kadın kişiliksiz, sinik, kabulleniş yaşam tarzı içindedir. Dönem yazarlarından olan Halit Ziya, (1892-1842) eserlerinde üç tip kadın kahramanını anlatır. İstanbul’un orta kesim ailelerinden kentlerde yaşayan erdemli, iffetli hanımefendiler; onlara musallat olan toplum kurallarına uygunsuz kadın tiplemeleri ve romantik hassas kişiliği olan genç kızlara yer verir. Hizmetçi kadınlar ise yaşama baştan yenik düşmüş, zavallı kadın tiplemeleriyle karşımıza çıkar.

Cumhuriyet’in oluşturduğu iyileştirici yenilikler inanç konusunda endişe yaratır. Dönem yazarlarından Peyami Safa için sarsılan İslamiyet’in değerleridir. Bu süreçte pek çok yazar gibi o da yapıtlarında fuhuş konularına ağırlık vermiştir. Kadınlar hızla kirlenmeye, fuhuşla ahlaki değerleri yok olmaya başlamıştır. Bu dönem Yakup Kadri de yapıtlarında olumsuz tablo çizer. Zaten değersizleştirilmiş olan kadının, getirilen yeniliklerle açılıp saçılacağına, onları iffetsiz konuma getireceğine inanmıştır. İnancını yapıtlarında kullanmış, kötü yola düşen kadınları işleyerek tepki vermiştir. Bu tepkilerin içeriği cinselliğin günah olması düşüncesidir. Selim İleri, bu romancımızın genel tutumunu şöyle özetler: “Yakup Kadri’de dönemler, olaylar ve kişiler yıkılışın boyunduruğu altına girmişlerdir. Nedenlerden çok sonuçlarla ilgilenilir. Nedenler eleştirel gerçekçinin gözlemiyle araştırılmış, yapıta izdüşümleriyle aktarılmıştır. Kiralık Konak’ın kahramanı Seniha’yı, ahlaki yıkılışa iten nedenler bir açıdan romanın genel teması ve çağdaşlık sorunudur. Varlıklı ama türedi zümrelerin tutsaklığını kabul eden Seniha, güzelliğin, süslülüğün bedelini insani tükenişiyle öder. Seniha bir sonuçtur; konakta yaşamanın sonucu. Çünkü Naim Efendi Konağı, Seniha’ya güzel ve süslü olmayı öğretmiştir. İktisadi çıkmazlar bunu engellemektedir. Seniha içinse bundan başka değer ölçütü yoktur. Avrupa özlemi, Paris’e kaçışı da güzelliğe, süse püse düşkünlüğünden doğar. Böylelikle Akdeniz kıyıları uygarlığında karşılaşmayacağımız iki özellik -şıklık ve süslülük- İstanbul’un ve dönemin  yapaylığını dolaylı yollardan dışarı vurur.”

Cumhuriyet sonrası sınıfsal farklılıklar, bölgesel farklılıkları etkileyince yazarların roman ve hikayelerindeki kadın kahramanların başkalaşım geçirmesi kaçınılmaz olmuştu. Bu başkalaşım pek çok yazarın kalemini, açılıp saçılmanın kadını fuhuş olgusuna taşıyacağı kaygısıyla buluşturmuştur. Korkunun uzun yıllar devam etmesi, yazarların birbirinin etkisi altında kalmış olmasından kaynaklanır. Eserlerinde taşlanan, kötü yollara düşen kadın tipleri konu edilmiştir. Bu yazarlarımızın gözünde batılılaşmaya eğilim yozlaşma olarak kabul görürken değişim ve dönüşümün yerleşik değerlerin sarsılması ve ahlaki sorunların çoğalması olarak algılanmıştır.

1910’lu yıllarda milli duyguların ağır bastığı Türkçülük akımı, ilgiyi milli romanların yazılmasına yönlendirdiğini Halide Edip Adıvar’ın Vurun Kahpeye, Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanlarından anlıyoruz. Kırsal ve kentsel kesimlerdeki kadın; köylü, işçi kadın imgelerinin belirgin hale gelmesi Cumhuriyet Dönemi’nin son elli beş yılında gölgelerden arındığı gözlemlenir. Geçiş dönem yazarlardan olan Halide Edip Adıvar, ‘Vurun Kahpeye, Sinekli Bakkal vs.” dik duruşuyla, edebiyata, eğitime katkılarıyla kadınlarımızın yüz akı olmayı başarmıştır. Edebiyatımızda kadın; toplumsal, ruhsal, düşünsel, ahlaksal, cinsel sorunlarını ancak bu dönemde fark edebilmiş, yapıtlardaki kadın kahramanlarıyla topluma fark ettirebilmişlerdir.

Cumhuriyetin ilanından sonraki Atatürk dönemi Türkiyesinde kadının özgürlük sorunu, Adalet Ağaoğlu’nun 1973’te yayınlanan Ölmeye Yatmak adlı romanında derinlemesine işlenir.

Sorunun başka görünümlerini Nezihe Meriç, Füruzan, Sevgi Soysal yapıtlarında gözlemlemek mümkündür. Kasabadan kente okumaya gelen tutucu bir aile kızının mücadelesi, alışkanlıklarıyla yenilikler arasındaki çatışmaları, zıtlıkları yaşamıyla bütünlemesi Nezihe Meriç’in “Korsan Çıkmazı” adlı romanının ana karakterinde görülmektedir. Öykülerindeki kadın kahramanların çoğu kasabanın yerleşik kültürünü kente taşıyan, anaçlığıyla çevresine katkı sağlayan, yaşama sevinciyle dolu kadın tiplemeleridir.

Edebiyatımızda son kırk beş yılın izleğine toplumculuğun yerleşmiş olduğunu görürüz. Edebiyatımıza işçi kadın imgesi, Orhan Kemal’le girmiştir. Emeğiyle üretime katılan kadının karşılaştığı kadınsal, sınıfsal sorunları sömürü düzeniyle güçlendiren hikâyeleri, topluma yansıttığı önemli verileriyle Orhan Kemal’i bu konuda ilk sıralara taşır.

Köylü kadın imgesi ise, edebiyatımıza Yaşar Kemal ve Fakir Baykurt romancılığıyla girmiştir. Baykurt’un Irazca’sı, Yaşar Kemal’in Meryemce’si önemli örnekleri oluşturur. Köy yaşamını anlatan eserlerde, kadının ana olma duygusu önceliklidir.

Günümüz edebiyatında ise yazarlar, kadın haklarının neler olduğu bilincini oluşturma çabasındadır. Kadın cinayetlerinin devam ettiği süreç, bu çabaya örnek olarak gösterilebilir. Sevgiyle, kadın kimliğini kaybetmeden yapıtlara taşınan bilinç, kadın-erkek ilişkisinin temel taşlarına ışık tutma mücadelesi vermektedir. Kadının gerek ekonomi gerek toplumsal, sınıfsal, kültürel konularda özgürleşme çabalarını edebi eserlere yansıtılmaya çalışılmasından anlıyoruz. Ayağı yere basan canlı kadın tiplemeleri, bilinçli dünya görüşlerini de üstlenme çabası taşır. Edebiyatta geçmiş ve gelecek arasında köprü olma görevi üstlenen kahramanlar, o kahramanlara can veren yazarlar her dönem ciddi görevleri üstlenmeye devam etmektedir.

Bilinçli nesil sorgulayandır. Sorgulayabilme bilinci ise altyapıyla oluşur. Altyapıyı oluşturan kaynakların en önemlisidir kitap. Sonrasında düşünsel eğitim gelir. Eşitlik, özgürlük, adalet, hak, hukuk gibi kavramlar günümüz Türkiyesinde mücadele nedeniyken, erkeklerin anası olma özelliğini taşıyan kadının ışığı, karanlığın delinmesi için bu toprakların vazgeçilmezidir.