ZÜBEYDE SEVEN TURAN/ŞİİRDE KADIN

ŞİİRDE KADIN

            Sırtından sopanın, karnından sıpanın eksik edilmemesi anlayışının gölgesindeki kadına dönmeden yüzümüzü, şair sözcüğünden yola çıkmak istiyorum. Şair, şiir yazan, şiir söyleyen anlamını taşır.  Arapça’dan dilimize gelmiştir. Cinsiyet içermez. Özellikle son zamanlarda çeşitli dergilerde ve özellikle erkek şairlerce, çokça dillendirilen şaire sözcüğünü kabullenmek bir yana anlamak olası değil! Yontuda, resimde sanatın diğer dallarında böyle bir ayrım yapılmazken şiirde bu ayrım niye? TDK sözlüğünde yer alıyor olmasını da oldukça şaşırtıcı bulduğumu belirtmeliyim.

            Doğasından getirdiği bir doğurganlık ve yaratıcılık taşır kadın! Yazının kendisi de bir yaratı eylemidir. Dişil bir eylem gibi durur yerinde. Dolayısıyla kadının doğasına uygun bir iştir yaratı. Erkeklere göre daha üretken oldukları görülmesine karşın kadının yaratısının neden azı görünürün yanıtı da yaşamın kendi içindedir. Yaşamın insanlara sunduklarını paylaşmaya gelince başlar sorun. Ne yazık ki bu paylaşımda her alanda öncelik erkeğindir. Ayrıcalıkları olsa da erkek egemen toplumun aydını da hoşnuttur bu görüntüden. Kadınların erkeklerle eşit pay istemelerinin geçmişi çok uzak değildir. Bir yazımda, kadınların candan can ayrılmasıyla başlayan yaratım sürecinin koca ömür sürdüğünü dillendirmiştim. Özellikle dinlerin insan yaşamında etkili olmasıyla başlar ötelenmesi kadının! Kutsal kitapların tamamı kadını eksiltir dahası aşağılar. Ne yazık ki bu görüş evrenseldir. Kadını ikincil gören ötekileştiren erkeğe göre kadın yine onunla anlam bulacaktır. Erkek egemen toplumda şiir yazan kadının, kadınsılığının gittiğine inanılmış.

            Şiir de kadın konusuna iki pencereden bakacağım. İlki tarihsel süreçler boyunca kadın şairlerin varlığından yola koyularak günümüz şairine çevireceğim aynamı. İkincisi özellikle erkek şairlerin şiirlerindeki kadın imgelerine değineceğim.

            İlk çağ tarihçilerinden Ihukıdiert: “ En iyi kadın, kendisinden söz edilmeyen kadındır.” der. Marie Von Ebner Eschenbach: “Dünyada ilk kadın okumayı öğrendiğinde kadın problemi ortaya çıktı.” der

            İsa’dan 3000 yıl önce yaşamış ilk kadın şair Enhedianna’nın 43 şiiri günümüze  ulaşmış. Daha sonraları ölü ağlayıcılığı, ilahiler, ağıtlar, destanlar hep kadın yaratılarıdır. Ancak sözel kültürden yazılı kültüre geçişten sonrakilerin izine ulaşılabilmiştir. Dahası kadın şairlerin yazdıklarını sonraki kuşaklara ulaşması için saklama gereği bile duyulmadığı anlaşılmaktadır. (Araplarda ağlayıcı kadınların şiiri mersiye formunda günümüze taşınmıştır.)

            Osmanlı’da ilk kadın şair Zeynep Hatun’dur (15. YY) 16. yy da Ayşe Hubba görülür. Sevdiğine şiir yazabilme yürekliliğini gösteren Mihri Hatun’u unutmamak gerekir. Daha o dönemlerden ataerkil ideoloji şiiri erkeğe ait kılar.  

            Osmanlı’da peçelidir yazan kadın. Toplumsal yapıyla başat gider kadının kaleminin özgürlüğü. Özellikle Tanzimat Dönemi’yle rahatlar kadın da kalemi de! O dönemin erkeklerinin kadının yazmaması konusundaki düşünceleri değişmemiştir aslında! Bu bakış kadını erkeksi bir tavırla yazmaya iter. Eril bir dille iş görür. Ama dişil söylemlere tutunur. Bu dönemin divan şiirinde kadın soyut bir simgedir. Kadın imgesi cansız, dilsiz, salt kaş, göz ve dudak biçiminde bir nesnedir. Tarihsel süreçte kadın imgesi dönemlerin toplumsal yapısının bir yansımasıdır da aynı zamanda. Her şeye karşın kadın imgesinin somut bir varlığa dönüşmesi batıya öykünerek kadın haklarında gelişme sağlanan Tanzimat Dönemi’nde gerçekleşir.  Peçesi aralanır kadın şairin. Yazdıklarını yayımlamaya başlar. O dönemde kadın dergileri çıkar. Böylece yayımlama olanakları artar. Bu dönem kadın şairler toplumsal yaşamdaki aksaklıkları, çekilen acıları yazarlar.

            Görüldüğü gibi Osmanlı Dönemi’nde de azımsanmayacak denli kadın şair var. Ancak bunlar için yapılan araştırmaların yok denecek düzeyde olması şaşırtıyor insanı. Kaldı ki Tanzimat Dönemi’nden sonra yapılan araştırmalar da sistemli değildir ne yazık ki! Ancak her dönemde önleri kesildiği için seslerini yeteri denli duyuramamış dahası yazdıkları günümüze sağlıklı ulaşamamıştır. Bundandır günümüz kadın şairinin kendi söylemini kurmaya çabalaması hâlâ! Sistemin içinden konuşmalarının tarihsel nedeni de bundandır. Bu toplumsal yapının içinde artarak süren arayış, hem alt yapıyı tamamlama hem de kendi dilinde imgenin yıkıcılığına ulaşma çabasıdır.

            Garip Akımı, İkinci Yeni, toplumcu gerçekçi şiir ile 80 kuşağı arasında bir uçurum vardır.  80 döneminde belirgin bir değişiklik göze çarpar. Oysa o dönemlerde de yoğun bir biçimde yazar kadınlar. Bu akımların  üçünde de kendi varlıklarını  duyumsatabilir. Ancak bu akımların içinde adları bile sayılmaz. İkinci yeninin içinde Gülten Akın görülür. Akın’ın dili etnik tatlar taşır. Yüreklidir. Sesi Anadolu’nun ıssızlığında çınlar. Toplumcu gerçekçi şiire de girer. Ancak dış dünya gerçekliğiyle sınırlıdır dizeleri.

            Cumhuriyet Dönemi şairlerinde konular çeşitlenir. 1920, 50 arasında Halide Nusret, Şukufe Nihal, Yaşar Nezihe, Leyla Saz, Benal Nevzat, İsmet Kür ve Gülten Akın görülür. Bunlar hem yazmışlar, öğretmenlik yapmışlar ve çeşitli derneklerde çalışmışlardır. Yaşar Nezihe kendi yaşamından yola çıkarak yazan özgün bir şairdir.

            Şiirde kadın imgelerine dönersek yüzümüzü; Peyami Safa’ da kadın, ruh ve duygu kümesidir. Kadının ebediyeti zekâsında değil rahmindedir. Ona göre yazan kadın yaratıcılığın merkezini şaşırmıştır. Tevfik Fikret’e göre kadın deniz gibidir, güven olmaz. Nazım’da kadın sevgilidir, eştir. Metin Eloğlu’nda kadın, sıcak bir yuvadır.  Sezai Karakoç’ta merhamettir. İsmet Özel’de isyandır. Atilla İlhan’da kadının karakteri yoktur. Ne kadınlar sevmiştir, zaten yokturlar. Cemal Süreya’da kadın sinmiştir, sindirilmiştir. Fazıl Hüsnü Dağlarca toprak kadınını salt anlatır. Duygularını giydirmez. Küçük İskender, ensenden becerdim, diye seslenir kadına. Necip Fazıl kadının bacağıyla aklını bozmuştur. Cumhuriyet öncesi dönemlerden bu yana kadına bakış çok da değişmişe benzemiyor görüldüğü gibi. Ne yazık ki günümüzde bile kadın şaire karşı duruş gözlerden kaçmıyor.

Şiirleri toplumsal yapının yansıması demiştim. Kısacık örneklemelerden de görüldüğü gibi önce kadının kimliği ve kişiliğiyle yan yana olabilselerdi kadının salt gözden, dudaktan, bacaktan oluşmadığı ayrımına varırlardı ve onun şiiri yazılırdı. Bu söylemi pekiştirmek adına günümüzde özellikle erkek şairlerin kızdıkları zaman; “kancık, orospu, kahpe” söylemleri durduk yerde türememiş ve kendiliğinden oturmamıştır dizelerin başköşelerine demekten kendimi alamıyorum.

            Bu saptamalardan sonra kadın şairin bizim topraklarımızda asıl varlık göstermesinin 68 hareketiyle başladığını görülmektedir. Bu da aykırı seslerin çıkmasını getirir ardından. Çünkü geleneksel kadın simgesi büyük bir değişim ve gelişim göstermiştir. Birey olmayı başarmış kadın kendi yaşamından yola çıkarak başka yaşamlara da dokunmaya başlamıştır. Yaratılarıyla çağına tanıklık etmeyi sürdürerek hem de… Bunu yaparken nesneldir. Birini saysam diğerini atlama kaygısı taşıdığım denli kadın şair var ülkemizde bugün! İyisi mi Gülten Akın’ın bu konuya denk düşen incelikler taşıyan iki dizesiyle örnekleyeyim; “Ah kimselerin vakti yok/ durup ince şeyleri düşünmeye…”

            Bütün bunların öncelikle erkek şair, kadın şair ayrımından öte erkek şairlerin kadınları cinsel bir nesne olarak görmekten vazgeçtiklerinde; insan haklarına saygıyla çözülebileceğine inancımı koruduğumun altını kalın çizgilerle çizmeliyim. İçinde yaşadığımız yüz yılda bütün karmaşaya karşın kadınlara çok söz düşeceğine inanıyorum.   Karşı cinsle arasındaki cinsel, eğitsel, toplumsal, ussal ve ruhsal çatışmalara karşın yaratı alanındaki yeni bir savaşın içindedir kadın. Selâm olsun bu savaşımın yazın emekçilerine…