OPERA
Ankara’da, Atatürk Bulvarı üzerinde yer alan Opera binasını sorarsanız, birçok kişi Opera durağını ve köprüsünü bilir; ancak bu binanın, adıyla anılan bu durakların hemen arkasında olduğunun farkında değildir.
Opera hakkında bilinen yanlışlardan biri, bu sanatın “bağıra çağıra şarkı söylemek” olduğudur. Bu önyargıyı kırmak için insanları opera izlemeye davet ediyoruz ve zamanla bu algıyı değiştirmeyi başarıyoruz. Bir başka önyargı ise “operaya gidersem uyurum” düşüncesidir. Böyle söyleyenlere her zaman şöyle cevap verdim:
“Operaya gidip uyuyorsan, bu demektir ki dinlediğin müzik seni rahatsız etmiyor. Eğer müzik seni rahatsız etseydi, zaten o ortamda uyuyamazdın.”
Ben de opera ile tanışmadan önce Opera binasını sadece bir tiyatro salonu olarak biliyordum. Arkadaşımın babası, bu tiyatroda ütücü olarak çalışıyordu. Babasının yardımıyla o dönem “Kral Lear” tiyatro oyununu izlemek için bilet bulabilmiştik. William Shakespeare’in bu eserini Büyük Tiyatro’da izlemiş, sahnede usta oyuncular Cüneyt Gökçer, Zafer Ergin (bugünkü arka sokaklar dizisindeki“Rıza Baba”), Sönmez Atasoy ve Aykut Sözeri gibi isimleri görmüştüm. Böyle bir kadroyu izlemek benim için unutulmaz bir deneyimdi.
Konservatuara başladığım ilk yıllarda, Ankara’nın yalnızca Cebeci semtini ve Ankara Devlet Konservatuarı’nı biliyordum. Konservatuvar binasından dışarı adım atmaz, dolmuşla gidip gelirken bile Opera Köprüsü’nün hemen ardında bulunan Büyük Tiyatro’dan habersizdim. Sonradan öğrendim ki burada hem tiyatro oyunları hem de opera eserleri sergileniyor. Bu gelenek hala devam ediyor.
Konservatuarda okurken figüranlık yaparak mesleğime adım attım. Mezun olduktan sonra opera koro sanatçısı olarak çalışmaya başladım. Sahnenin kokusu, ışıkları, dekorları, kostümleri, aksesuarları, saç-makyaj hazırlıkları hayatımın vazgeçilmez bir parçası oldu. İlk günkü heyecanı hala içimde taşıyorum.
Opera eserleri, seyircimizle buluşmadan önce uzun bir hazırlık sürecinden geçer. Sanat kurulu tarafından seçilen bir eser, önce solist sanatçılar ve koroda görevli sanatçılarla çalışılmaya başlanır. Eğer eserde dans sahneleri varsa bale sanatçıları da sürece dahil edilir. Solistler, rollerine bireysel olarak hazırlanır ve ardından piyanist eşliğinde ezber çalışmalarını tamamlar. Koro sanatçıları ise ses gruplarına göre ayrılır ve koro şefi ile birlikte provalarını yapar.
Opera eserleri genellikle orijinal dilinde (İtalyanca, Almanca, Fransızca, Rusça) seslendirilir ve Türkçe üst yazıyla izlenir. Soprano, mezzo soprano, alto gibi kadın sesleri; tenor, bariton, bas gibi erkek sesleri, eser üzerinde ayrı ayrı çalıştıktan sonra tüm gruplar bir araya gelir. Bu süreçte orkestra sanatçıları da orkestra şefiyle çalışmalara katılır.
Dekor, kostüm, aksesuar gibi hazırlıklar ise atölyelerde tamamlanır. Eserin geçtiği döneme uygun peruk ve makyaj tasarımları belirlenir. Son aşamada ise sahne provaları başlar. Rejisör tarafından tüm sanatçılar eserin konusu hakkında bilgilendirilir, herkes sahnedeki yerini alır. Işık tasarımları tamamlandıktan sonra, genel prova süreci başlar ve eser seyircisiz bir şekilde tüm detaylarıyla sahnelenir. Eserin seyirciyle ilk buluşması ise gala gecesiyle gerçekleşir.
Opera, tüm sanatların bir birleşimidir: müzik, dans, dekor, aksesuar, kostüm, ışık, makyaj ve oyunculuk bir bütündür. Aylarca süren çalışmaların ardından, seyircinin alkışları bizim için en büyük ödüldür. Bir opera gecesi, müzik ve sanatla dolu bir ruh haliyle salondan ayrılan seyirciyi görmek, tüm yorgunluğumuzu siler atar.
Hayatınıza sanatı dahil edin. Bu, illa bir sanatçı olmanız gerektiği anlamına gelmez. İyi bir izleyici, dinleyici ya da okuyucu olmak da hayata bakışınızı değiştirecektir.
Unutmayın: Her zaman sanata evet!