GÜLER YÜZLÜLÜK
Evlendiklerinin ertesi sabahıydı. Kalkıp kahvaltı hazırlamak istemişti. Birden döndü ve yanındaki kocasına gülümsemek istedi. Ama o düğünde takılan paraları sayıyordu. Yüzünü çevirip karısının güldüğünü görünce “Bana bir daha böyle gülerek bakmayacaksın!” diye bağırdı. Neye uğradığını şaşırmıştı. Oysa düğünde gülmüş eğlenmişlerdi. “Mehmet niye bağırdın?” deyip laf atmak istedi. “Rahat bırak beni, altınları sayıyorum.” diyen eşine “Kahvaltıda ne yemek istersin?” diye sordu.” Bilmiyorum, bir şeyler hazırla, sonra yerim; beni beklemene gerek yok.” diye cevap aldı.
Deniz, kahvaltı hazırlarken neyin içine düştüğünü anlamaya çalıştı. Kız kardeşinin sesini duydu. “Sana söylüyorum acele karar veriyorsun.” Hayır diğerinde iki sene çıktım da ne oldu?” diye iç geçirdi. İnsanın bazı şeyleri anlaması için kaç kere duvara toslaması gerekiyordu? Bazen işler hiçbir zaman düzelmeyecekmiş gibi kötü gidiyordu. Deniz, az pişmiş bir yumurta yapmıştı. Şimdi Mehmet’le sohbet ederek yemek varken bana bu yapılır mı, deyip yumurtayı elinden düşürmüştü. “Hay Allah! Kayısı kıvamındaydı. Şimdi ne yiyeceğim?” diye söylendi. Bu konuşmaların ve uğraşların boşuna olduğunu biliyordu. Kendini memnun etmek için uğraştı. ”Artık bir kocam var!” deyip mutlu olmak istemişti. Her şey zoruna gitti. Belki de artık düşünme zamanı gelmişti.
Annesi sesleniverdi: ”Daha çok kafanı duvarlara vuracaksın. Evlenip ne olacak?” Sonra kendine geldi. Mehmet; kahvaltı ne oldu, diye bağırıyordu. Kafasındaki ağırlık giderek arttı. Belki de annesi ve kız kardeşinin ona bakış açısı buna sebep oluyordu. “Seçtiğin erkek iyi mi olacak?” diyen ses yine yükseldi. Hep böyle geçmişti hayatı. Bu lafları her duyduğunda ilk tanıştığı erkekle evlenme moduna giriyordu. Oysa başka türlü olmalıydı. “Ama Deniz olur mu böyle, bu şimdi mi düşünülür?” diyerek kocasına kahvaltı hazırladı. Evleri üç oda bir salondu. Kocası evden çalışan bir adamdı. Odaya girdiğinde bilgisayarının başındaydı. “Bırak şuraya!” diyen ses gözlerini doldurdu. Yeniden mutfağa girdi. Kahvaltı masasına oturmuştu. İnsanları tanımak çok zormuş Görkem, dedi. Onu da istediği evi almayınca bırakmıştı. İlk defa bu kadar hayıflanmıştı. Çünkü birkaç kişiyle bu durumu yaşamıştı. Ve durup düşünmeye başladı, hiç fırsat vermeden bir diğerine atlamıştı. Bir kişiyi tanımak ne kadar zordu. Aslında her şeyin biriktiğini yeni anlamıştı. Niye kendini tutamadığını bilmiyordu. Belki de kendiyle arasında bir mesafe vardı. Çünkü hiç kendine önem vermemişti. Çalışmayı bırakmıştı başkaları için. Ve biriyle evlenip çocuk yapıp mutlu olmayı dilemişti. Ama evlilik nedir? Bir evlilikten neler beklenir? Soruları hiç aklına gelmemişti. Lise mezunu olmasına rağmen üniversiteye gitmemişti. Hep birileri içindi yaşam…Aslında kendini tanımak için bir şeyler yapmalıydı.
Mehmet elinde tepsiyle mutfağa gelip yine bağırmıştı. Toplasana sofrayı!
“Ama…” sadece bu kadar cevap verdi.
Eşinin bu kadar ters biri olduğunu hiç düşünmemişti. Besbelli kadınlar hakkında akla hayale gelmeyecek düşünceleri vardı. “Niye şimdi?” diye hayıflandı. Bu sabah birdenbire onu kendine getirmişti. Durmadan kayısı kıvamındaki yumurtasına bakıyordu. Çok severdi bu pişirme tarzını. Ama düşmüştü elinden işte. O kadar takıldı ki görüntüye yenisini yapmayı bile düşünemedi. Sonra mutfak penceresinden dışarı baktı. Dışarda parıldayan bir güneş vardı. Ama onun kafası duman olmuştu. “Şimdi ne yapacağım?” deyip yeniden oturdu sofraya. Gözünü ayırmadan önüne baktı. Turuncu rengi ne güzeldi. Beyaz bir evrende turuncu gezegen gibi. Ama nafileydi. Düşünceler gelip geçmeye devam etti. Annesi öyle demeseydi. Kız kardeşi biraz yardımcı olsaydı. “Hayır!” dedi. “Her şey sende biter Deniz.”. Bazen insan yakın zannettiğiyle çok mesafeli, uzak zannettiğiyle yakın olabilirdi. Ama ben hiç anlayamadım bunu. Kişileri bu kadar yakın ya da uzak yapan neydi, bilmiyordu. “Kendime bir dönüp baksam artık!” diye düşündü. Telefonuna baktı. Sosyal medyada bir söz dolaşıyordu. Gülümseme iki insan arasındaki en kısa mesafedir. “Peki neden?” dedi. Mehmet içerde o ise rafadan yumurtanın önünde duruyordu.