ÜMİT AHMET DUMAN/ENTELEKTÜEL HIRSIZ

ENTELEKTÜEL HIRSIZ

Coğrafya ya da doğduğun ev kaderin olabileceği gibi bazı durumlar da insanın kaderi olabiliyor. Haydar’ın kaderi de başına gelen sayısız hırsızlıklardı. Şu yaşına kadar karşılaşmadığı, maruz kalmadığı hırsızlık vakası yoktur desek yeridir. Allah  inandırsın, sanki hırsızlığı kendi üzerine çeken bir mıknatıstı.

Pardon, Haydar’ı size tanıştırmadım değil mi? Haydar İstanbul’un mütevazı bir semtinde yaşayan,  Allah’a çok şükür geliri yerinde bir akademisyendi. İsmini duyup gözünüzde heybetli, uzun boylu, bıyıklı, bitirim, mafya tipli birini canlandırmayın. Aksine kısa boylu, kalın gözlük camlı, çelimsiz bir öğretim görevlisiydi.

Evlenmeden önce bekâr evinde otururken hırsız neredeyse evinin daimi müşterisi gibi üç aylık periyotlarla eve giriyor, salonda ne varsa toparlayıp götürüyordu. Artık o noktaya gelmişlerdi ki neredeyse masa üstüne hırsıza “Gündüzleri evi sen kullan, akşamları da ben. Korkma kira istemem, nasıl olsa öyle yaşıyoruz.” yazdığı bir not bırakacaktı.

Otobanda okuldan eve dönüşte arabasına köprüden yumurta atanlar, o; ön camı temizlerken arka kapıdan laptopu, son model fotoğraf makinesini, kimsenin işine yaramayacak ders notlarının olduğu çantasını çaldılar.

Her türlü güvenlik kurallarının uygulandığı fakültedeki odasından derse girdiği saatlerden birinde, neredeyse para kasası klasmanında kullandığı oda kapısının kilidini açmayı başaran hırsız, masa üstündeki değerli değersiz ne bulduysa yürütmüştü. Çalınanların hepsine üzüldü ama en çok bir gün önce aldığı bir demet kitabın tornistan edilmesine kahretti.

Bir akşam bindiği bir takside arka koltuğa oturduğunda ayağının çarptığı sopayı eline aldı. Safça ” Bu nedir?” diye sordu. Taksici dikiz aynasından onu süzerek, sigaradan sararmış dişleri arasından ” Haydar hocam haydar! ” dedi. Şaşkınca” Efendim ne diyorsunuz? ” diye sorusuna cevap verdi. Şoför: “Ne diyecem, sordun cevap verdim bey abi, biz taksici camiasında bu sopaya “haydar” deriz. Her takside muhakkak bulunur.. Biliyorsun bey abi, gecemiz gündüzümüz yok, hırlısı var hırsızı var, herkes sizin gibi temiz pak kibar olmuyorlar ya! Bu haydarla hadlerini bildiriyoruz anlayacağın. Bir güzel marizliyoruz kaşınanları.” dedi. Haydar’ı bir türlü durduramadığı gülme aldı. Bir müddet gülmesine hâkim olamadı. Taksici dayanamadı, biraz da bozularak; “Neye gülüyorsun bey abi, komik bir şey mi dedik.” diye sordu. Biraz bekleyip sakinleşince; “Şimdi, sen de güleceksin kardeşim, benim adım da Haydar da ona gülüyorum.” dedi.

Haydar hırsızdan korktuğu, ürktüğü kadar mahallenin köpeklerinden ürkmüyordu. Bu nedenle evlenirken tutacağı evin tek kriteri korumasının, güvenliğinin üst seviyede olması,  siteye kuş uçmamasının sağlandığı bir güvenlik tertibatının bulunmasıydı. Tam istediği gibi bir sitedeki daireyi şehrin en sakin, pek insan trafiğinin olmadığı, nispeten zengin sınıftan insanların oturduğu bir yerde bulunca düşünmeden, kirasının yüksekliğine aldırmadan tuttu. Huzurluydu. Haberlerde sık sık duydukları, evin sahibinin sabah çişine uyandığında salonda hırsızla göz göze gelmeleri benzeri olayların onların başına gelmesi, yağmurlu havada ıslanmadan yürümek kadar uzaktı.

Evi, daha çok karısının zevkine, daha doğrusu kendisinin de kabulü ve onayıyla zevklerine uygun birlikte döşediler. Banyo takımlarına, mutfak dolaplarına, yatak odası renklerine, salon ve oturma odasındaki mobilyaların renk ve kumaş tipine kadar sadece karısının belirlediklerine onay vererek dekorasyona devam ettiler. Onun içinse olmazsa olmaz en önemli isteği, salonun iki duvarını baştan başa, duvardan tavana kitaplık yapmak ve zengin kütüphanesinde neredeyse boş zamanlarının tamamını geçirecek ortamı hazırlamaktı.

Yaz akşamları site güvenliklerinde rehavet maksimuma ulaştığında çevre sitelerden hırsızlık olaylarının duyulması olağandı. Allah’a şükür onların site askeri üs gibi korunduğundan deyim yerindeyse kuş uçmuyordu. Keyfi, gönlü yerindeydi. Huzurla yatıyor, huzurla kalkıyor. Tatile giderse aklı hiçbir zaman evinde kalmıyordu. Hoş evde çalınacak da bir şey yoktu.

Ilık bir temmuz akşamı evde arkadaş çevrelerini ağırlamışlar, doktora tezini başarıyla vermesini dostlarıyla kutlamışlardı. Gecenin ilerleyen saatlerinde arkadaşlarını hafif çakırkeyif kafayla gönderdikten hemen sonra yatmışlardı. Sabaha karşı sitenin bitişiğindeki cami imamının sabah ezanı sesiyle uyanmıştı, susadığını hissetti. Dubleks dairesinin yatak odasından aşağıdaki mutfağa inen kat merdivenlerini sabah aydınlığının ışığıyla inerken salondaki ışığın açık olduğunu kapıdan sızan ışıktan fark etti. Akşam kafalar bir dünya iken bırakmış olabileceklerini düşünerek önce mutfağa geçti. Mutfakta güzelce susuzluğunu giderdikten sonra salon kapısını hafifçe araladığında kütüphane köşesindeki çalışma masasında kendine benzer, cılız, gözlüklü, önündeki kitaba dalmış birini gördüğünde  rüya gördüğünü düşünüp usulca kapıyı çekti. Önce uykuda olup olmadığını anlamak için sağ eliyle sol kolunu çizerek test etti. Çizdiği yerin acıdığını hissettiğinde daha bir korktu. Masa başında oturan vergi memuru değildi, canlı kanlı bir hırsızdı. Ama neden masa çekmecelerini karıştırırken, kasayı açmak için kurcalarken ya da sırtındaki çuvala bir şeyler yerleştirirken değil de anlı şanlı bir devlet memuru silüetinde görünmüştü kendisine. Kesinlikle gördüğü bir halüsinasyondu. Yıllardır korkarak düşündüğü olayı beyni yaratmış ve silüet olarak gözünün önüne sermişti. Çığlık atası geldi. Doğru mu yapıyorum, diye sordu kendine. Biraz sakinleşince ne yapması gerektiğine sağlıklı bir karar verdi. Hızla yatak odasına döndü ve başucundaki cep telefonundan polisi aradı.

Polis gelene kadar kütüphanedeki misafiri, adeta masaya yapışmış, kitaba gömülmüş, kısacası neredeyse dünya değiştirmiş vaziyette oturuyordu. Polislerin odaya girdiğini neredeyse burun buruna geldiklerinde anlayabildi. Gerçek dünyaya döndü. Polisler hırsızın yerinden kalkmasına, herhangi bir eylem yapmasına müsaade etmeksizin üzerine çullandılar. Sakin bir kütüphane öğrencisi gibi; “ Pişmanım, ne yaptığımı bilmiyorum, vallahi de billahi de hırsız değil sadece kitap kurdu bir uyurgezerim.” diye savunmaya geçti. Ama polisler, hiç taviz vermeden ellerini arkadan kelepçeledi.  İfadelerini almak üzere ev sahibini ve hırsızı ekip arabasına yan yana oturtarak karakolun yolunu tuttular. Yolda ev sahibinin hırsız ile entelektüel, derin edebiyat konuşmaları öyle bir boyuta evrildi ki daha ifadelerinin imzalanma faslına geçmeden ev sahibi, hırsızı çok sevdiğini, şikayetçi olmayacağını söyledi. Kendisine kütüphanesinden dilediği on kitap seçme hakkı vereceğini söyleyince gece nöbetinde şekerlemelerinin içine edildiğinden her ikisine de söylenen polislerin eve kadar refakatiyle geceye noktayı koydular.