NAİL ONGUN/NEVZAT BEY

NEVZAT BEY

Nacaroğlu, köyün üst tarafındaki ormandan devirdiği kurumuş çam ağacını günlerce uğraştıktan sonra tütün değneğine dönüştürmüş, iş ilçeye götürüp satmaya kalmıştı ama işin en zor yanı da buydu. Ormancıya yakalanmadan satıp dönmek gerekiyordu. Evde yağ bitmiş, tuz da bitmek üzereydi. Burdan gelecek on lira yarasına merhem olacaktı. Sabah namazını kıldıktan sonra ahırdan katırını çıkardı, karısıyla tütün değneklerini yüklediler hayvana, vakit kaybetmeden Yatağan’ın yolunu tuttu. Gün ağarırken Sazak Mahallesi’nden aşağıya inmiş, tam köprünün üstüne gelmişti ki Memişağaların Gediği’nde yeşil elbiseli birini gördü. 
     “Ormancı olmasın sakın bu!” diye düşündü.  
      Durdu, adamın uzaklaşmasını bekledi. 
     “Hey, sen!” diye bağırdı adam. “Orada bekleme, gel!” 
     Yokuşu tırmandı, yanılmamıştı. Karşısındaki gerçekten ormancıydı, ellerini arkasında kavuşturmuş, heykel gibi duruyordu. 
     “Çek bakalım gatırı, garagola gidyoz.” diye diklendi.  
     Bir çalım, bir hava; adam ormancı değil paşaydı sanki. Ama Nacaroğlu da yabana atılacak cinsten değildi.
     “Ne garagolu beyim?” dedi, “Nevzat Bey’in bunna. Sakın öle bi şe yapma, nadim olusun sona.”
     “Gidem, bakam da, Nevzat Bey’in miymiş, değil miymiş annarız necabolsa.” diye karşılık verdi.
     Nevzat Bey belediye başkanı idi. İlçede çok sevilen, saygı duyulan bir insandı. Rahmetli Fehmi Ağa’nın tek oğluydu. Hali vakti yerinde, itibarlı bir insandı. Dara düşene yardım eder, herkese yardımcı olmaya çalışırdı. Hoş sohbet ve nüktedandı ama kızdığı zaman da “dingilini” diye başlayan bir küfür ederdi ki belediyenin önünde bağırsa kır kahvesinden duyulurdu sesi. İşte  o zaman önünden kaçmak gerekirdi. 
     Ormancı “Baltayı taşa vurmayalım!” diye düşünürken Nevzat Beylerin harım kapısından içeri girdiler. Avlu kapısının önüne geldi Nacaroğlu:
     “Beyim, beyim!” diye ünledi.   
     Yer sofrasında rafadan yumurtasına batırdığı ekmeği iştahla ağzına götüren Nevzat Bey; 
     “Hayırdır, bu vakitte kim ola?” diye geçirdi içinden. 
     Dizlerine  kadar uzanan önlüğünü çıkardı boynundan,  pencereden aşağıya baktı. 
     “Ne var, ne istiyorsun?” dedi.
     “Senin tütün denekleni getidim beyim.” diye yanıtladı Nacaroğlu. 
     “Ben kimseden değnek istedim mi acaba?” diye düşünürken ormancıyı farketti. Güngörmüş adam  durumu anında kavradı. 
     “Haa… Damın içine koy, ben az sonra iniyorum.” dedi, sonra ormancıya döndü:
     “Sen niye geldin Nizamettin?” diye sordu.
     “Sizin evi bilememiş de getirvedim buraya kadar. Sabah şerifleriniz hayırlı olsun, beyim!” dedi, yavaşça çıktı harım kapısından. 
     Nacaroğlu değnekleri damın içine intizamla yerleştirip dışarı çıkmıştı. Katırın ipini çözdüğü sırada avlu kapısında Nevzat Bey’i gördü. 
     “Tamam beyim, güzece yerleştirdim. Bene müsade.” dedi. 
     “Borcum ne kadar?” diye sordu.
     “Ne borcu beyim, sen beni ipten aldın, ben senden bi de para mı alcem!” dedi. 
     “Oğlum, zaten benim tütün değneğine ihtiyacım vardı. Sen de benim işimi gördün. Kaç para bunlar?”
     “Valla para almam.” dedi, “Sen olmuseydin, gatırımı müsadere edele, beni de dama atarlardı. Ben senden para mı alırın heç!”  
     “Demşeklik etme len, kaç paraysa söyle! Yoksa ormancıyı çağırıyorum bak!” der demez;
     “Tamam, tamam beyim. On lereye satıp dururdum emme sen beş lere ve yete.” dedi. 
     Nevzat bey cüzdanını çıkardı, on lirayı koydu avucuna.
     “Allah senden razı olsun beyim! Allah senden razı olsun!” diye diye çıktı harımdan Nacaroğlu. 
     “Halveci Memet dükkeni açdıysa, bi dene dırnaklı ekmeğinen bi çanak tahan yimeden köye dönmem valla!” diye söylene söylene çıktı harım kapısından.