Ölümü Elinde Tutan Adam/Gönül Sazak Terzi

İnsan doğduğu yeri seçemez; ama öleceği yeri seçebilirdi. Arzularımızın peşinde oradan oraya sürüklenirken hiçbirimizin aklına ölüm gelmiyordu. Hele ki nerede öleceğimiz asla. Ama Yaşlı Adam nerede öleceğini düşünmüştü. Hastanenin soğuk dehlizlerinde uzun, karanlık boşlukta. O yüzden bu şehre gelmişti. Hasta olduğunu öğrendiğinde hiç düşünmeden buraya yerleşti. Bu şehrin en büyük hastanesine. Elinde olsaydı burada doğardı; ama elinde değildi. Elinde olan sadece burada ölmekti. O yüzden ölmek için burayı seçti. Dingin bir gecede göğün bir ucundan diğer ucuna yıldızının kayacağı zamanda. Uzun, karanlık bir gecede. Ah Tanrı! Ne kadar da merhametli. Onu içine attığı bu cehennemden kurtarmasına az kalmıştı.

Yaşlı Adam hastaneye iyice yerleşti. Yatağına geçip uzandıktan sonra gecenin seslerini daha da fark eder oldu. Değil canlıların, ölülerin bile sesi vardı. Birden içini bir heyecan sardı. Kendisini diğer hastaların anlayacağını sanarak duyduğu bu sesleri onlarla paylaşmaya karar verdi. Onlara, ölülerin kendisine acıyarak baktığını söyledi. Bunu söylerken hafifçe gülümsedi. Daha sonra, “Zavallı ölüler!” dedi kendi kendine.

Yanındaki hastalar onun deli olduğuna inandılar. Yaşlı Adam, onların kendisini anlamayacağını düşündü. Çünkü ona göre insanlar, her gün yaşadıkları sıkıntı nedeniyle gerçeklik duygularını yitirmişlerdi. Onların farkındalığa ihtiyaçları vardı. Önce bunu yapmalıydı. Yanındaki hastalara aslında öldüklerini ve cehenneme düştüklerini göstermeliydi.

“Bu dünya cehennem, bizler ölüyüz. Gölgelerimiz de bizleri bekleyen zebaniler. Hiçbir şey gerçek değil.” dedi hastalara dönerek.

Hastalar hem üzüldüler hem korktular. Ne yapabilirlerdi ki? Şimdi pencereden dışarı bakarlarken, seslerini yalnızca gökteki yıldızlara duyurabilirlerdi. Hem ayrıca kendi yıldızları da daha kaymamıştı. Bu da onların hala canlı olduğunu gösteriyordu. Bu sevinçle Yaşlı Adam’a sordular. Daha doğrusu onu ikna etmeye çalıştılar.

“Peki, bu ziyaretimize gelen insanlar kim? Ya yanımızda duran ailemiz? Onlarda mı gerçek değiller?” diye sordular.

Yaşlı Adam, onlara küçümseyerek baktı.

“Onlar mezarımızın başına gelip ağlayanlar. Biz onları gerçek sanıyoruz. Onlar sadece bir gölgeden ibaretler.” dedi ve derin bir iç çekti. Yavaş yavaş yanındaki dolaba uzandı. Üstünde duran şişeyi eline aldı ve şişenin içinden çıkardığı bir hapı dilinin ucuyla ağzına aldı. İlacı ağzında dolandırırken bakışları dışarıdaki karanlığa kaydı. Bu akşam oradan hangi seslerin geleceğini merak etti. Eskiden sadece etrafındaki sesleri duyardı. Şimdi ölülerin iniltilerini de duyuyordu. Karanlığa bakarken çıplak ayaklı çocukluğu geldi aklına. Sanki birkaç adım ötesindeydi. Çok uzak değil gibiydi. Aman Allah’ım, zaman ne kadar da çabuk geçmişti. Bir ömrü sanki üç-beş güne sığmıştı. Böyle düşününce tedirgin oldu. Hafifçe bedenini kımıldattı. Hareket ettikçe çocukluk sesleri yükseliyordu. Kahkahalar atan, neşeyle şarkı söyleyen sesler ne kadar da güzeldi. Neşeyle bu sesleri dinledi. Gökyüzündeki yıldızı da henüz kaymamıştı. Diğer hastalar gibi o da umutlandı. Çocukluğunu zihninin korunaklı sandığına gömdü ve sonra geceyi dinlemeye devam etti. Başka sesler duymak istedi. Ama bütün sesler susmuştu. Yaşlı Adam, sessizliğe tahammül edemedi. Ortalığı saran sessizliği bir şarkı mırıldanarak bozdu. Yanındaki hastaları rahatsız etmeyecek usullukta söylüyordu. Ömrün şu biten neşvesi tam olsun erenler/Son meclisi cam üstüne cam olsun erenler/Şükranla veda ettiğimiz can-ı fenaya/Son pendimiz ah-lafa devam olsun erenler.

Şarkı bitince derin bir iç çekti. “Hayat işte!” dedi Yaşlı Adam. “Ne kadar tuhaf! Öteki tarafa gidip de dönen yok. Kim bilir belki de dönmek istemediler. Diriler ölmek istemedi, ölüler dirilmek istemedi.” Ömrünün en zor zamanlarıydı Yaşlı Adam’ın. Yıldızı artık yolculuğa hazırlanıyordu. Ama önce görkemli bir avize gibi ağır ağır dönerek ışıklarını Yaşlı Adam’ın üstüne yaydı. Zaman geçiyor, ömür bitiyor, yıldızlar kaymaya başlıyordu. Yaşlı Adam’ın yıldızı da yolculuk hazırlığına başlamıştı. Artık anlamıştı. Yolun sonuna geldiğini biliyordu. Ölüm nabız damarlarından gözlerine aktı Yaşlı Adam’ın. Ağlamaya başladı.

O sırada doktorlar göründü. Yakınlarına bir şeyler söylüyordu. Ağlamayı bıraktı Yaşlı Adam, onları dinlemeye koyuldu. İyice kulak verdiğinde konuşmalar anlaşılıyordu.  “Bu derdin dermanı yok.” dedi doktorlar. “Götürün eve, burada oyalanmayın.” İnanamamıştı Yaşlı Adam. Çünkü o, ölümü elinde tutmak için burayı seçmişti. Başka bir yerde ölmek istemiyordu. Doğumu elinde değildi; ama şimdi ölüm de elinden gidiyordu. Hem ayrıca cehennemden çıkılıp nereye gidilebilirdi ki? Korktu Yaşlı Adam. Hem de çok korktu. Gökyüzündeki yıldızına baktı. Ona bir şeyler mırıldandı. Yıldızı mesajı aldı ve hemen yolculuğa koyuldu. Kayarken Yaşlı Adam’a seslendi: “Gökyüzünün uzayan yollarında beraber yolculuğa çıkmaya ne dersin?  Hadi takıl peşime, ne duruyorsun?” Yaşlı Adam bu çağrıya uydu ve yıldızının peşinde, gökte dolana dolana uzayan yolların sonsuzluğuna daldı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir