HALE AŞKIN/ÖĞRETMEN OLMAK

ÖĞRETMEN OLMAK

Öğretmen olarak doğuda bir köy okuluna tayin oldum. Bizim memlekette yaz sıcakları devam ederken gittiğim köyde dondurucu soğuklar başlamıştı bile. Köylü kış hazırlıklarını önceden yapmış, tezek yakılan sobalar kurulmuş, demli çayların yanında gırtlama şekerle koyu sohbetler başlamıştı.

Şehir merkezine geldiğimde ilk önce görevli olduğum köye nasıl gidebileceğimi öğrendim. Önce ilçeye, sonra da ilçeden köye aktarma yapılarak gidiliyormuş. İlçeye giden minibüsün kalktığı yeri buldum. Minibüsün kalkması biraz zaman alır dediler. Henüz dolmadığı için biraz bekleyecekmiş. Olsun ben de bu açlıktan zil çalan karnımı doyururum. Sağa sola bakarak baraka tarzında bir yer bulup karnımı doyurdum.

Minibüsün dibinde benimle birlikte bekleyen insanlar çoğaldı. Hareket saati geldi, dediler. Öncelikle bana en ön koltuğu gösterdiler. Ben de onlara teşekkür ederek yaşlı görünen bir amcanın oturmasını söyledim. Olmaz dedi amca, “sen memursan, sen yabancısan” dedi. Teşekkür mahiyetinde başımı hafif öne doğru eğip koltuğa oturdum. Antika denecek kadar eski mi eski, gıcır gıcır bir müzik enstrümanı gibi sesler çıkaran minibüs, bir sağa bir sola yalpalıyordu. “Bu insanlar her gün bu şekilde nasıl gidip geliyordu diye düşünmeden de edemiyor insan.”

Arka taraftan bir ses; “sen kimsen, ne arisen, nereye gidisen? “Arka tarafa dönüp hafif başımı öne eğerek: Herkese merhaba, ben öğretmenim. İlçeye gidiyorum, oradan da görevli olduğum köye gideceğim, dedim.

“Yabancı olduğun belli, pek de gençmişsen, ince giyinmişsen, buralar soğuktur, üşümeyesin ha, dikkat et! İçlerinden biri: Daha sen ilçeye varacaksan, oradan da köye gideceksen, öyle mi? Evet, öyle. Ohooo! Senin işin çok zor hoca. Hangi köye gideceksen? Kayalar Köyü. Arkadan başka biri sözü aldı; o köye araba bulabilirsen şanslısın hoca. “Ya öyle mi, bulamaz mıyım?” Yaşlı adam: ‘İlçeden çok çok uzakta, dağların tepesinde o köy. Araba bulunmazsa biz seni ortada bırakmayız hoca. Yüreğime bir su serpildi. ‘Sağ olun, çok teşekkür ederim. Ben her türlü zorluğu göze alarak geldim buraya. Her ne olursa olsun baş ederim. Her zorluğun sonunda bir güzellik vardır.’

Konuşa konuşa giderken yolun uzaklığının farkına bile varmadım. “Şimdiden bu coğrafyanın insanlarını sevmeye ve ısınmaya başladım. Ne sıcak kanlı, ne kadar doğal insanlar.”

İlçeye yaklaşıyoruz, dedi şoför. Hava da bir hayli karardı. Ortada, garaj dedikleri bir meydanda durdu. Tam da yatsı vaktiymiş. Ezan sesini duydum. Oh, yarabbi şükür, işlerim rast gidecek inşallah diye içimden dualar ettim!

Köye gidecek olan minibüsün yerini aradım buldum. Herkes oturmuş, minibüs hareket etmek üzereymiş. Yer yokmuş ama biri çocuğunu kucağına alıp benim için arkada bir yer ayarladılar. Elimdeki çantamı da bagajda yer olmadığı için ayaklarımın altına koymamı söylediler.

Beni merakla yan gözle süzdüklerini hissedebiliyorum. Göz ucuyla bakanlar, yerinde hafif toparlananlar ve nereye gidiyorsun, kimsin diye merak edenler olduğunu anlayabiliyorum.

Sağıma, soluma ve hafif arkaya dönerek herkese merhaba dedim. Ben Kayalar Köyü’ne gidiyorum. Öğretmen olarak Kayalar Köyü’ne tayin edildim. Hepsinin birden yüz ifadesi değişti. Gözleri ışıl ışıl parladı. Sevinçleri her hallerinden belliydi. Onların gözündeki ışıltıyı görünce bir öğretmene ne kadar özlem duyduklarını anladım.

Her birinden ayrı ayrı “hoş geldin hoca, hoş geldin öğretmen bey, köyümüzden memnun kalırsın inşallah” cümlelerini duymak bana bir kez daha öğretmen olmamın gururunu yaşattı.

Artık benim köyüm diyorum. Köyümün insanlarıyla konuşa konuşa keyifli bir minibüs yolculuğunun daha sonuna geldik.

Köyümüze geldik, dediler. Karanlık bir meydanda durduk. Nereye gideceksin öğretmen bey? Okulun lojmanına gideceğim. Orada kalan bir öğretmen varmış, önce onu bulmalıyım. Ben lojmana varıncaya kadar gece gece köy halkına çoktan haber ulaşmış bile. Köyümüze bir öğretmen daha geldi diye anında müjdelemişler meğer. Okul lojmanının önünde 20-30 kişi kadar toplanmışlar. Öğretmeni bekliyorlar. O kalabalığın içinde seksen yaşlarında, fötr şapkalı biri vardı. Hatrı sayılan biri olduğu etrafındaki insanların onun karşısında saygılı duruşlarından belliydi. Elimi sıktı hoş geldin hoca, bugün benim misafirim ol, dedi. Ben lojmanda kalırım; zahmet vermek istemem, dedim. Lojman iyi değil; rahat edemezsin, dediler. Lojmanda kalan öğretmen arkadaş geldi. Paylaşırız hocam, rahat edersen başım üstünde yerin var dedi. Muhtar geldi dediler hep bir ağızdan. Muhtar, bir heyecanla uzun zamandır görmediği bir yakınına kavuşmuş gibi sarıldı bana. Hoş geldin Öğretmen Bey, çok sevindik dedi. Yere göğe sığdıramıyorlar beni , bir sevinç, bir mutluluk anlatamam. Etrafımız bir anda kalabalıklaştı. Düğün bayram havası esiyor ortalıkta. Köylü ikinci öğretmenin gelmesinin mutluluğunu yaşıyordu. Teker teker bana sarılıp sen bizim için çok değerlisin, başımızın üstünde yerin var, diyen diyene.

Hepsi evinde misafir etmek istese de muhtar; öğretmen benim misafirim, ben götüreceğim, dedi.

“Öğretmen olmakla ne kadar övünsem az.  “Bu kadar ilginin karşılığında, onların çocuklarını fazlasıyla bilgiyle donatacağım, elimden geleni yapacağım. “

Muhtarın oğlu yeni evlenmiş. Evinin yakınında kayınpederinde kalıyorlarmış.  Benim oğlanın evi müsait, orada rahat edersin hoca, dedi. Sana bir ev buluncaya kadar kalırsın. Olmaz dedimse de beni orada kalmama ikna ettiler. Mahçubiyetimi belirttim ama memnun da olmadım değil.

Yün yorgan, yün yastık, rahat yatak güzel bir uyku çektim. Oh ne rahatlıkmış meğer bunca yorgunluğun üstüne.

Rahat yatak ve temiz havanın verdiği bir huzurla sabah erkenden uyandım. Dışarı çıktığımda muhtarın beni beklediğini gördüm.

Penceresiz topraktan mağara evler yan yana inci gibi dizilmiş. Muhtarın evi de aynı keza. Tezek kokan sıcacık sobanın başında penceresiz, topraktan mağara bir evin içinde doğal süt, hakiki köy peynirleri ve çökelekten yapılmış gözlemeler, tandırda pişmiş mis kokulu ekmekle harika bir kahvaltı yaptık.

İnsanoğlunun yapamayacağı hiçbir şey yokmuş meğer, yeter ki istesin ve sevsin. İnsan her yere her şeye alışıyormuş.

“Bugün görevimin ilk günü. Öyle heyecanlı, öyle mutluyum ki…”

Topraktan yapılmış penceresiz bir mağara olan okuluma gittim. Sadece bir sınıf. Diğer öğretmen 1. sınıftan 5. sınıfa kadar tüm gün okutuyormuş. Ben; 4.ve 5.sınıfı öğlenci grubu aldım. Sınıfa girdiğimde çocukların hepsi ayağa kalktı. Merhaba çocuklar, dedim gülümseyerek. Ben yeni öğretmeniniz Kemal Aksoy. Şimdi sizleri tanımak istiyorum. Senin adın? Binali. Senin adın? Şehmus. Senin adın?…. Peki kızlar? Evladım senin adın? Berfin. Senin adın? Dilan. Başka kız öğrenci yok mu? Yok öğretmenim. Neden yok? Burada kızları okula göndermezler ki…  Neden göndermiyorlar çocuğum? Kızlar evde iş yapıyor, koyun güdüyor, tarlada çalışıyor, para kazanıyor, sonra da evlendiriyorlar öğretmenim. Anladım evladım. Bunları ailelerle konuşacağım, biz dersimize dönelim.

Sınıfta sadece iki kız öğrenci olması çok üzücü ve düşündürücüydü.

“Muhtarı çağırdım. Köylüleri toplayalım acilen bir toplantı yapalım.” Çocukların okula gelmesi gerektiğini, özellikle kız çocuklarının mutlaka okuması gerektiğini, okumazlarsa cahil kalacaklarını, eğitimin önemini anlattım.

“Bak muhtar, gelecek sene 1.sınıfı alacağım! Köydeki aileleri tek tek dolaşarak kız çocuklarını bizzat kendim okula getirip kayıtlarını yapacağım.” Hepsi bir ağızdan “ama bizim okutacak durumumuz yok ki… ” Paramız yok hoca diye mırıldanıyorlardı. İtiraz yok mutlaka okumaları gerekiyor. Ben onlara elimden geldiğince yardımcı olacağım. Söz mü? Söz dediler hep bir ağızdan.

Yatılı okullar için sınav zamanı geldi. Başvuruların yapılması lâzım. Bu çocukları kendi kaderlerine terk etmek olmazdı. Öğrenciler okumak istiyorlar, çok da zekiler. Okusalar başarılı olurlar. Mutlaka okumaları lâzım. Aileleri okutmak istemiyor. Şiddetle karşı çıkıyorlar. Paramız yok okutamayız, bizim elimizden bir şey gelmez diyorlar. Onlar çalışıyor, bizim elimiz ayağımız diyor da başka bir şey demiyorlar. Kimi çobanlık yapıyor, kimi birilerinin yanında işçilik. Ne başvuru yaptırmak istiyorlar ne de sınava girmelerini. Aileleriyle ve çocuklarla yine tek tek görüşüp ikna ettim. Bütün masraflarını ben karşılayacağım, yeter ki siz benimle gelmelerine izin verin. Çocukları aydınlattım. Mutlaka okumaları gerektiğini anlattım. Çok istediklerini ve çok heyecanlandıklarını gözlerinden okuyordum.

Sınav zamanı gelmişti. Önce ilçeye gidip kendi imkanlarımla bir minibüs kiraladım. Kız öğrenciler gelmese de erkek öğrencileri toplayıp sınavdan bir gün önce merkeze (il) götürdüm. Bir aile oteli buldum. Fiyatları konuşup indirim yaptırdım. Hep beraber bir akşam yemeği yedik. Çocuklar ilk defa bir şehre gelmişler. İlk defa lokantada yemek yemişler. Hatta ilk defa minibüse binmişler. O kadar mutlu oldular ki… Ertesi gün sabah, kahvaltılarını da yaptırdım. Sınava götürdüm. Sınava girmeden önce heyecan yapmamalarını, rahat olmalarını anlattım. Sınav sonrası beklettiğim minibüsün şoförünü de alarak hep birlikte yemeğe götürdüm.

Yemek sonrası hayli geç olmuştu. Aynı minibüsle tekrar köye dönerken ıssız ve karanlık yollarda kurtların seslerini duymaya başladık. Kurtlar minibüsün önüne saldırdılar. Çocuklara sakin olmalarını ve korkmamalarını söyledim. Minibüste olduğumuz için kurtlar bize zarar veremedi. Köye vardığımızda gece yarısını geçmişti. Çocukları teker teker ailelerine teslim ettim.

Ben bir öğretmen olarak bu görevden mutluydum. Mesleğimle de gurur duydum. Öğrencilerime yaptığım her şey helâl olsun. Her şey eğitim için. Her şey geleceğimizin garantisi çocuklar için.

Sınava giren öğrencilerin birçoğu kazansa da sadece ikisi okudu. Ailelerinin zoruyla kimi çoban oldu kimi de vasıfsız işlerde. Okuyan iki öğrenciden biri polis olmuş, diğeri de devlet dairesinde memur olmuş.

Ne diyelim? Öğretmen olmak hem onurlu hem de zor bir meslektir vesselam..

“Öğretmenler; Yeni nesli, Cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcilerini, sizler yetiştireceksiniz ve yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır.” “Cumhuriyet sizden “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller ister.

Mustafa Kemal Atatürk

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir