GÜLTEN DOĞRUYOL İNCESU/KAVAK RÜZGARI

KAVAK RÜZGÂRI

Kavak ağacının ilk dikildiği günü hatırlıyorum. Omuzlarındaydım annemin. Kavak deyip geçmeyin, bir insan gibi karşılamıştık hepimiz onu. İyiydi, güzeldi. Özenilesi, hayran olunası bir şeydi. Şairin dediği gibi, “Biri gelse ve beni sadece sevse…” İşte hepsi bu. İşi gücü yaşamak, işi gücü sevmek, işi gücü sabah akşam toprağa ve göğe selam vermek… Daha ne olsun ki? Şu güzelliğe, şu eşsizliğe bir bakın. Kalbimi, bir bütün kâğıdı keser gibi ufak ufak kesip dallarına astım sanki. Onunla birlikte bir müddet sallandım durdum rüzgârda. Ah, rüzgâr!… Bu eski rüzgâr!… İşte böyle, gözlerini yumup bekledin mi, bir masal dinliyormuşsun gibi oluyor.
Az sonra, “Güzel oldu,” dedi annem. Bir şiire, bir türküye bakar gibi bakıyordu kavak ağacına.

Artık akşam çaylarını kavağın yanında içer olmuştuk. Sanki içeride içsek o, dışarıda tek başına üzülürmüş gibi geliyordu bize. Yıllar geçti ve benimle birlikte büyüdü kavak.

Bir saatli kolyesi vardı annemin, babam almış. O saatli kolyeyi buldum bugün, taktım boynuma. Sonra geçtim, bugün olmayan annemin durduğu ve olmayan bahçenin tekabül ettiği yere, artık orada olmayan kavağa baktım. Bunu kimse anlamadı. O köşede niye öylece durup bu bina yığınını seyrettiğimi çözemediler. Sadece tuhaf tuhaf yüzüme bakıp gittiler.
Annem, gözleriyle küçücük bir ağacı dünyanın en büyük mucizesini seyreder gibi seyretmişti ve bana da böyle bakmayı öğretmişti. Mevsiminde, kar yağar gibi polen bırakırdı bu kavak. Kaldırım kenarları beyaza keserdi. Sokağımız, Çukurova tarlalarına dönerdi.
O eski evin, o güzelim bahçenin yerinde artık bir site inşaatı var. Mahallede de zaten kavak falan kalmadı. Sokağın başındaki çay bahçesinde, toprağın altından kök veren bir kavak var sadece. Yanından geçerken selam veriyorum, gülümsüyorum gizli gizli. O da bana gülümsüyor. Birbirimizi anlıyoruz, avunuyoruz.

“Ah insanlar, sizin sonunuz ne olacak?” diyor bana, hal diliyle. “Ne olacak?” diyorum ben de. Bilemiyorum!
Kavak ağacının ilk dikildiği günü hatırlıyorum. Omuzlarındaydım annemin. İyiydik, güzeldik, insandık. Kendi hâlimizce yaşamaktan başka bir derdimiz yoktu.

Boynumda annemin saatli kolyesi, karşımda artık olmayan bir kavak… Düşünüyorum da, zor ama imkânsız bir şey değil yaşamak!… Yeniden bir bahçe kurup bir kavak ağacı daha dikemez miyiz? Birbirimize yeniden şiir gibi, türkü gibi bakamaz mıyız? Nereden geldiyse, bir kavak yaprağı düştü önüme. Mahallede kavak yok, sen nereden çıktın karşıma? Eğilip aldım yerden, annemin ellerinden öper gibi öptüm, koydum gömleğimin cebine. Huzurluydu, yeşildi, mis gibi uyuyordu. Bunu bir ben anladım, bir de bütün mahalleyi dolduran boşluğu…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir