GÜNEŞ AYNUR METE/SİNSİ YOĞUNLUK

SİNSİ YOĞUNLUK

Her zaman olduğu gibi bilim ve teknoloji hızla ilerliyor ama hala günlük ve aylık işlerimizi ucu ucuna zor yetiştirmekteyiz. Bu kadar yoğun uğraşı içinde yaşamak bireylerde zaman sınırını zorluyor, insanlar zamanla yarış halinde olabiliyorlar. Sinsi bir yoğunluğun çemberinde dönüp duruluyor. Bu yoğunluk bireyleri bir taraftan yorarken bir taraftan da onlara işleri hal yoluna koymanın tatminini yaşatıyor. Ne kazandırıyor, ne kaybettiriyor? İrdelemek lazım. Çağımızda bilişim dünyası, iş hayatı sarmalı içerisine ister istemez giriyor; buna zorunlu hale getirildik. Zamandan tasarruf yapmamıza rağmen iş üstüne iş yüklemenin önüne geçilemiyor. Her zaman yoğunuz değil mi? Yüreğinizde taçlandırdığınız ideal şöyle dursun gün sonunda bitmesi gereken işlerin bitmeyip sonraki günlere eklenmesiyle iş dağımız büyüdükçe büyüyor. İş dağını eritmeye çalışmak strese davetiye çıkarmaktır. Herkesin bir programı olmalıdır. İşleri sonraki günlere sarkıtmak o gün için rahatlatıcı olabilir ama iş birikimi diğer günlerde daha çok zorlanmaya neden olur. İş birikimi stres birikimi demektir. Oysa işleri yapıp düzene koydukça insan rahatlar. Kaldı ki hiçbir anın boş olmadan günün meşguliyetle bitmesi zorunluluktan veya işkolik olmaktan kaynaklanır. Çocuklarımız sınavdan sınava koşarken onları yarış atı gibi gören yetişkinler, kendilerinin at yarışında gibi bir hayatın içinde olduklarını fark edemezler. Neyin rekabetidir bu? Yanıtı çoktur ama sabah erkenden kalkıp işe gidenle evde kalan arasına iş yoğunluğu açısından bariz bir ayrım yapmak haksızlık olur. Bomboş zaman geçirmek çoğu kişinin karakterine uymaz. Herkesin kendine göre zamana yayılı planları vardır. Mental sorunu olmadığı sürece insanların planlarını gerçekleştirmek üzere sağa sola koşuşturmalarını her an görürüz. Hepimiz gerçekleştirmek istediğimiz düşünce tohumlarımızı, ilgili yerlere serpiştirerek onların yeşermesini bekleriz. Yeşermeyen kısımları görünce kızgın, üzgün, yılgın anlar yaşarız; yeşerdiğini görmekse insanı motive eder çünkü düşünce hem istek hem emektir. Rutin işlerin yanına her zaman yaşamın gereği olarak ekstradan yeni işler sürpriz bir şekilde önümüze gelebilir. Kimisi işini prosedür gereği kimisi de ekonomik yetersizlikten yavaş ilerletir. Eylemde bulunurken hata da yapılabilir. Eylemde hata yapmak insanı üzer ama deneyim heybesi günden güne dolar.

Bedensel devinim gerektiren işlerin yanında düşünsel paralanmalar sonrası belli bir vizyona erişildiğinde o anki mutluluğu tatmayan kimse yoktur. Teknoloji emrimizde. Bir telefon, bir mail, bir yol trafiği içinde geçen sürede kısa-uzun sürede tamamlanacak görev, sorumluluk ve işlerimizle öylesine haşır-neşir olunur ki akşamın nasıl olduğu anlaşılmaz hatta yıllar böyle böyle biter. Eve gelindiğinde yine televizyon, bilgisayar, telefon karşısında bir süre daha oyalanma gereği duyulur Yoğun bir günün veya haftanın ardından yeni bir iş gününe başlamadan önce içsel analizini ihmal etmeden günün yorgunluğuyla uzandığın kanepede gözlerin kapanır. İş yükünden arınmak çalışmanın su gibi akmasından geçer. Dinlenmek ise enerji depolamaktır. Dinlenmeden hangi işten verim alınır? Dinlenmek de yoğun zamanın bir bölümünde yer alır, yer almalıdır. Kim ister ki sürmenaj bir beyinle robotsal bir yaşamı? Hem dinlenmek doğal bir haktır ki dinlenirken bile beyin boş durmaz ve dinlenme de yoğunluğun bir parçasıdır. Kimileri insan popülasyonunun çok olduğu yerlerde rahatlarken kimileri yalnızken dinlenir. Günümüz şartları insanları her yaşta yoğun kılmıştır. Hiçbir teknoloji bu yoğunluğu bitirememiştir çünkü daha elit, daha müreffeh bir hayatın içinde olabilmeyi istemek bunu gerektirir. Doyumsuzluk başka bir olay ama her
insanın normal hayat standartlarında yaşamayı istemesi hakkıdır. Çaba ve azim yardım eder. Var olma performansını göstermeye çalışırken karşılaştığınız insanları kırmadan, yormadan yolunuzda ilerleyebiliyorsanız bu da ayrı bir huzurla benliğe işler. Hevesler alınırken, egolar tatmin edilirken sınırlar
aşılmamalı. Toplumun huzuru, evrensel yükselişi; medeni davranışların ön plana çıkmasıyla mümkündür.
Her birey kendi adına yoğun olduğunu düşünüyordur. Çekirdek bir aileyi ele alalım. Akşam yemeğinden sonra baba kanepeye uzanmış günün yorgunluğunu çıkarıyor. Anne bir o odaya bir bu odaya girip
çıkıyor. Evin oğlu bilgisayarın başında, evin kızı ise kitapları önünde dersini yapıyor. Mutlu bir yorgunluk içinde hepsi. Ters giden bir şey yok. Şuan yarına hazırlık yapıyorlar. Bu demektir ki yine çok yoğunlar. Bir boşluk yakalayıp arkadaş veya yakın birilerini ararlar elbette. Aramayanlar da aranmayı beklerler. Bunlar yoğunluk falan anlamazlar. Doğrusu, kişi sorumluluğu oranında kendine yakın hissettikleriyle ilgilenmelidir. Bunu da yoğunluğuna dahil etmelidir.

Yoğunluğunu ileri sürüp arayıp sormamak, ziyaret etmemek geçerli bir neden olsa da karşı tarafında yoğun olabileceği göz ardı edilmemelidir. Suçlayıp kırmaktansa herkesin çağa uydurmak ve kendini ispat etmek adına yoğun bir tempoyla hayatın keşmekeşinde yer aldığını anlaması önemlidir. Kim istemez ki
işi düşünce değil de canı istediğinde görüşmeyi? Şartlar elvermiyor demek ki… Yakınlarına, hobilerine zaman ayırmak zor gelmemelidir. İnsancıl eylemlere de zaman ayırmalı. Burada dozu ayarlamak düşünsel beceridir. Bir iş biter, diğeri başlar; iş ve çalışma yoğunluğu kişiyi yoğun kişi yapar. Yoğunluk, kişilerin istekleri ve konjonktüre göre değişebilir. Arada bir ciğerlere tütün dumanı çekmek mola vermek değildir. Güzel bir molada ne gönüller alınmaz ki… İnsani hislerimizin gelişimini askıya almak, saklamak yerine her
günümüzde yüreğimizdeki yerini korumalıyız. Sinsi bir yoğunluğun tuzağında yılları harcamadan arada nefes almak, ihtirasların denetiminden uzaklaşmak iyi gelir insana. Kendine yakın bulduğu kimi varsa o kişilerle iletişim kurmaya çekinmemelidir. Elden geldiğince çocuklarla ilgilenebilirsin. Bir kedi, köpeği
doyurabilirsin, kuşlara yem atabilirsin, bir yanlışı durdurabilirsin. “Ye, iç, gez!”, “Gül, eğlen, oyna!” aforizmalarının yanına “Çalış, dinlen, ilgilen!” felsefesini eklemenin bir sakıncası yoktur sanırım.
İşe gömülmeden iş bitirmek, hayatı idame ettirebilmenin önemli bir gereğidir ama yüreğimizin sertleşmesine izin vermemek de elimizdedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir