SERDAR EPÖZDEMİR/ TATVAN YARASI

TATVAN YARASI

“Neden böyle gidiyorsun? Biraz konuşsaydık!”

Hiç tepki göstermedi. Nihayet alınmış bir karar vardı. Yalnızca alınmak için değil tartışılmamak ve geri dönmemek üzerine kuruluydu bu karar. Beyninde binlerce kurgu ve bu kurguların sıkıntılı tuzakları boğuyordu kendisini. Öğleden sonraları doğaya çıkıp rahatlamayı özlüyordu. Çocukluğundan beri izlediği yöntem bu olmuştu, ne zaman bir sıkıntısı olsa kendini doğaya atıyordu. Annesiz kalmanın acısı, üzerinde sinmiş çaresizlik ve bitmeyen hüzün bırakmıştı. Sıkılıyordu işte canı!

Kırmızı telefon çalmıştı. Diğer tarafta bulunan sesi dinliyordu. Rengi sarardı ve sesi takıldı. Sesini toplamak, birkaç kez gıcık yapan nedeni ortadan kaldırmak için boğazını temizledi. Metanetli durmaya çalıştığı her halinden belli oluyordu. Kendini topladı ve konuştu. Sesi yine de çatallı çıktı!

“Öğleden sonra yapacaklarımın içine sıçtınız! Bakın tekrar söylüyorum burası bizim kök verdiğimiz topraklar öyle kolay kolay bırakıp gidemeyiz. Hem çocuklarımız hem de torunlarımız bize bunun hesabını sorar. En iyisi siz şimdi bunu ödetin öyle daha kolay. Bir de bu saatlerde aramayın, gezinti zamanım. Sabah erken kalkıyorum ki işler bitsin doğaya çıkayım, lütfen biraz anlayışlı olun!”

Karşıdan ne tepki geldi bilemedi. Her zamanki gibi cesur davranmaya çalışıyordu. İçi çok mahsun ve endişeli; dışı bir o kadar kayıtsız görünmesine rağmen…

Gazeteci-Yazar Gamze Unutmaz, Serhat biraz soluklansın diye kahvesinden bir yudum aldı. Sordu:

“Yıllar geçti gitti. Söyler misin o günlere dönme imkânı olsa ne yapardın?”

Serhat, öfkesini kontrol ederek:

“Yapacağım tek şey sıkıntıda olanları oradan kaçırmak ve dünyanın diğer ucuna götürmek olurdu. Neden? Korkaklık değil! İnsanın yaşamının değeri ancak kendisine sahip çıkmakla olur diye. Bir de sürü psikolojisi zaten herkesi insanlığın en alt kademesine indirmiş, onu da söylerdim geçmişini bildiğim zevata!”

Serhat devam etti:

“Canım çok sıkılıyor geçmişi düşündükçe ve çok bunalıyorum mazinin düşümde yerleşen ezasız seyrine sayın yazar. Ölmek istiyorum! Zaten belki de ölmüşüm fakat farkında değilim. Edebiyat kurtaramayacak maalesef bizi. Belki de bel bağlamamalıydık yeni çağın meselesiz mabetlerine. Offff ! Neyse işte, ne idik ne olduk ve bundan sonra bakalım daha neler olacağız?”

Gamze:

“Ben sizin gibi düşünmüyorum! Köylerimizden çıkan bizim ışık halimiz zamanla küçülse de çocuklarımız büyüyecek. Suların en derin yerleri ceylan gözlü bedenlerle ve ayaklarımızın izleri ile güzelleşecek!”

“Tüm sınavlara geç kalmışız diye telaşlı yaşıyoruz! Bu ne şiddet bu celal! Nasıl aldınız bu kadar vebal. Okuyorsanız kendinize okuyun, okumuyorsanız bırakın bu saltanat cakasını!  Ceylan gözlülerden geçtik, kör eşek bile bizi bulmaz artık! Bu coğrafyadan bıktım, hiç olmazsa bütünlemede geçirin!”

Serhat gözlerini kaçırarak derinlere daldı. Uzun bir sessizlik içinde kafasından binlerce anı parçası geçti. Öfkesinin, kızgınlığının ve intikam isteğinin geçmediğini fark edince iyice bunaldı içi. Oysa terapisti yıllar önce, o çok bilmiş üslubu ile, ne demişti: “Lütfen acılarınızla barışın, kabullendiğinizde çok daha rahat hissedecek, böylece yaşam yolunuza özdeğer ve öz şefkatinizle daha huzurlu devam edeceksiniz!” Kolay da sanki!

Gamze’nin bu sessizlik anlarında sorduklarına karşı Serhat’ın nasılda yaralandığını gördükçe içten içe huzursuzluğu artıyordu. Tanışalı çok uzun zaman olmamasına rağmen ısınmıştı kendisine. Flörtöz bir üslubu olduğunu görüp yalnız yaşayan bu adamdan, mesafeli davranarak, kendini profesyonelce korumuştu! Oysa onun ağlayarak anlattığı anılar bölümünde elleri ile yüzünü avuçlayıp göğsüne bastırıp sarılmayı istemişti. Mesleki duruş bunu çok iyi karşılamasa da insani benlik karşılayabilirdi!

Gözlerini kaçırarak son bir soru sormak istiyordu. Karşıdaki adamın buna henüz hazır olmadığını düşündü. Sorudan vazgeçti.

Serhat o derin bakışı ile: “Bitirsek mi artık konuşmalarımızı. Bir daha hiç konuşmasak geçmiş hakkında! Hiç kimseyi, hiçbir zaman anmasak. Yalnızca şu anın meselelerine ve belki yakın geleceğin güzel olması için çabalarına odaklansak! Ne dersin?”

“Katılmıyorum sana! Ben insanların geçmişi bir arkeolog gibi deşerek, oradaki değerli anıları ortaya çıkarabildiklerine ve bugünü onunla şekillendirebildiklerine inanırım. Diğer türlü yaşamın bunca birikmiş deneyiminden nasıl yararlanacağız?”

“Haklı olabilirsin. Fakat parmak izimiz nasıl farklı ise bu arkeolojik araştırmanın her bünyede iyi sonuçlara yol açamayacağını düşünüyorum. Sen ya da ben bu karşılaştığımız kalıntılardan yararlanıyor olabiliriz, fakat buna dayanamayacak çok parmak izi tanıyorum.”

“Olsun yine de bunu önermeliyiz. Benim mesleki olarak yaptığım bu zaten, hafızayı tazeleyip, zaman aşımına bırakmamak olayları. Diğer türlü hepimiz kaybolacağız evrende. Oysa bazı insanların yaptıklarının gelecek kuşaklara aktarılması şarttır. Tarih ve antropoloji bunun için var. Doğru yanlış demeden not düşmek için!”

Serhat sustu, söylediklerini ve söylenenleri düşünmeli, üzerinde çalışmalıydı. Ne eksik ne de fazla yorumlamadan üzerinde çalışmalıydı.

“Yoruldum galiba. Kafamı toplayamıyorum. İznin olursa burada keselim.”

“Olur.” Dedi Gamze. El sıkıştılar ve ayrı yönlere doğru iyi dileklerle uzaklaştılar.     

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir