Fotoğrafın Sanatla ilişkisi
Fotoğraf nedir, diyerek direkt konuya girelim.
Genel geçer tanımıyla; fotoğraf makinesiyle elde edilmiş görüntüyü, ışığa duyarlıklı cam, kâğıt gibi bir yüzey üzerine özel araçla geçirme, saptama yöntemine fotoğraf diyoruz. Fotoğrafı diğer sanatlardan ayıran temel unsur fotoğrafın aynı zamanda mekanik bir uğraş olmasıdır. Bu mekanik uğraşta her fotoğraf çekerin mutlak bir fotoğraf tanımı vardır. ‘An’ın hafızasıyla fotoğrafın hafızası arasında gidiş gelişlerimiz, bakmak-görmek ve ifade biçimiyle ortaya koyduklarımız, yaptığımız işin zanaat ve sanat farkını ortaya koyar. Fotoğrafın bilgisi, duygusu vardır. Bilgisini haiz olmadığınız nesnelliği fotoğraflayamazsınız. Dolayısıyla fotoğrafta sanat ve zanaat ayrımı buralarda ortaya çıkar.
Fotoğrafın sanatla ilişkisi nedir?
Bu soru başlığının altında oluşan soruların yanıtını vererek ana başlıktaki sorunun yanıtını Aristo yöntemiyle çözebileceğimiz kanaatindeyim. “Fotoğraf çekmek için büyük bir donanıma ihtiyaç var mı; yoksa her önüne gelen fotoğraf çekebilir mi?” sorusuyla başlayalım bu ilişkiyi açıklamaya. Kişisel kanaatim körler bile fotoğraf çekebilmeli yönündedir. Vizörden bakmadan, nesnellik ile göz ilişkisi kurmadan nasıl fotoğraf çekilebilir sorusunun yanıtı çok basittir. Fotoğrafçı bir fotoğrafı oluştururken vizörden bakarak karşısındaki model ile kurduğu ilişkiyi deklanşör ile sağlar. Bir biçimde deklanşöre basan herkes fotoğraf çekebilir. Mutlaka nesnelliği görmeye de ihtiyaç yoktur. Hislerini kullanabilen her insan fotoğraf çekebilir.
Gerek görsel gerek yazınsal herhangi bir eserin sanat değerinin olabilmesi için asgari sanat kurallarına uyması gereklidir. Rembrantd ve Goya’yı büyük sanatçı yapan o eseri ortaya çıkarırken kullandıkları şövale, tuval, boya ve fırçalar mıydı? Elbette hayır. Demek ki bir eserin sanat eseri değeri taşıyabilmesi için bir sanat ehlinin elinden çıkması gerekir. Genel geçer kavramlarla düşünecek olursak; eserin özgünlüğü, onu yaratan sanatçının düşün dünyasını, içinde yaşadığı gelgitleri, kaygısını ve sayamayacağımız kadar çok duyguyu, o sanat eserini izleyen kişiye de yansıtabilmesinden geçer. Ortaya çıkan eserler yerellikten ziyade evrensel değerler taşımalı, başka coğrafyalarda yaşayan insanlar o eserin içinde kendilerine özgü bir şeyler bulabilmelidir. Her sanat eserinin kendine özgü bir tekniği, kurulumu ve bizim fotoğrafçıların deyimiyle “EXİF” bilgisi vardır. Yani her sanat eserinin dışarıdan görülmeyen, tarif edilmemiş edilgen bir kuralı vardır.
Fotoğraf, resim, heykel, yontu vb. gibi ifade edilen olguların sanat olabilmesi için yukarıda sözünü ettiğim gibi ana bir unsura; yani insan unsuruna ihtiyaç vardır. Bütün sanat dallarını sanat yapan, üretim araçları değil, insanın ta kendisidir. Şimdi “O insan kimdir?” sorusunun yanıtını fotoğraf ve sanat üzerinden sorgulamaya devam edelim:
Elinde fotoğraf makinesi gördüğümüz her fotoğrafçı sanatçı mıdır? Fotoğrafçı nasıl bir donanıma sahip olmalıdır?
Ülkemizde ‘fotoğrafçı’ fotoğrafı gerek meslek gerekse hobi olarak yapanlar için kullanılan bir terim. Dünyanın farklı ülkelerinde, özellikle batıda, fotoğraf ve fotoğrafçılık çok önemsenen bir şey. Fotoğraf makinesi adeta bir kimlik gibi. O ülkelerde bizde olduğu gibi fotoğraf ve fotoğrafçı enflasyonu yoktur, üstelik fotoğrafın tarih anlatıcılığı da fazlasıyla önemsenmektedir.
Bütün bu söylediklerimizle birlikte belki de sanat ve sanat tanımını da yapmamız gerekmektedir. Haddimi aşmadan diğer sanat dallarına müdahale etmeden kendi alanım olan fotoğraf üzerinden tanımlamalar yapmak istiyorum.
Sanatçı için sanat, yukarıda sözünü ettiğim ‘an’ın hafızası ile fotoğrafın hafızası arasındaki süreğenliktir. O süreğen ilişki aynı zamanda bir var olma biçimidir. Yaratma kabiliyeti, düşün dünyasında biriktirdiklerini üretimlerine aktarabilme yetisi, kabiliyeti, mahareti, özgünlüğü, soyutlama becerisi bir sanatçıda olması gereken temel özelliklerdir. Bütün bu marifetleri, yani biriktirme süreci sanatçının içinde bulunduğu toplumsal koşullar içinde oluşur. Sanatçının birikimlerinin temelinde gözlem vardır. Ortaya çıkardığı sanat eserinin tek olma, yegâne olma gibi bir özelliği olmalıdır.
Sanatçının gerek canlı gerek cansız varlıklarla kurduğu ilişki, iletişim onun varoluş nedeniyle özdeştir. O var olma biçimi ve çevre ile kurduğu iletişim sonucunda ortaya çıkan düşünce biçiminin, esere yansıması sanat eserinin oluşumu için en önemli yoldur.
Sanatçı, içinde yaşadığı toplum ve toplumsal koşulları iyi kavramış, yaşadığı toplumun her daim bir adım önünde gidebilen, herkesin baktığı yere bakarak farklı sonuçlar edinen kişidir. Sanatçı imalatçıdır, uyumludur, içinde bulunduğu koşullar neticesinde pozitif ya da negatif inişlerinde kontrol sahibidir.
Sanatçı eğitimli olmalı mı?
Bu mesele uzun uzun tartışılacak bir meseledir. Ama bir gerçek var ki içinde yaşadığı topluma örnek olma gibi aydın sorumluluğu vardır sanatçının. Fotoğraf için ise kişinin alanı ile ilgili mutlak bir mekanik eğitime ihtiyacı vardır.
Günümüz sanatçısının, etrafından bihaber, başkasını okumayan, sadece kendi üretimleri ile var olma kavgası sürdüren kişiler olması tamamıyla negatif sonuçlar verir.
Yukarıda sözünü ettiğim gibi sanatçının içinde yaşadığı toplumla kurduğu ilişki en önemli aracıdır. Günümüz insanı; yani sosyal insan bir başka insanla ilişkisini konuşarak kurar. Var olabilmenin temel koşullarından biridir konuşmak. Sanatçıların herhangi bir üretimi ortaya koymaları da var olabilme kaygısından kaynaklanır. Sanatçının eseri de onun konuşmasıdır.
Rembrantd’ın fırçası gibi fotoğraf makinesinin de tek başına sanat eserini yaratamayacağına göre fotoğraf sanatı nedir sorusunun yanıtına geçelim o halde.
Herhangi bir eserde fotoğraf tekniklerimizi, görülerimizi kullanarak ifadelerimizi, duygu, düşüncelerimizi bir vizör üzerinden yükleyerek makinelerin deklanşörüne basarak oluşturduğumuz an ve o ana kattığımız ifade bizim sanat ve zanaatımızdır.
Fotoğraf ve sanat yan yana gelebilir kavramlar mıdır?
Fotoğrafın sanata getirdikleri ve ondan götürdüklerini açıklamak için önce sanat ve estetik sorusunu bu yüzden bu makalemin giriş bölümünde dile getirdim.
Mekanik sanatın estetik kaygısı ne demektir peki?
Kant’a göre, “estetik yargı”, şeylerin biçimlerini, onlardan haz duygusunu elde edecek tarzda ele alan yargıdır. Estetik yargının eleştirisi ise, güzel ve yüce üzerine olan kuramdır. Estetik, Kant’a göre genellikle insanda bir şeyin güzel olduğu duygusunun neyin uyandırdığını belirlemeye çalışan felsefi bir teoridir. 19. yüzyılda Hegel’in etkisiyle, estetik daha çok sanatsal güzelliği ve sanatın anlamını araştıran bir disiplin haline gelmiştir. Estetik öğreti, etkin bir bakış açısını seçerek sanatla yaşamı uzlaştırmaya çalışan bir öğretidir. Bu bağlamda fotoğrafın estetik ilişkisi çok önemlidir.
19.yüzyıl insanlık tarihi açısından icatlar tarihidir. Fotoğraf aslında 18.yy’dan başlayan serüveni ile insanlığın yaşamını derinden etkileyen icatlardan biridir.
Toplumsal koşulların oluşum ve gelişim süreçlerinin insanlar üzerinde oluşturduğu etkileriyle insanoğlunun teknolojik ürünlerin ortaya çıkmasıyla değişen alışkanlıklarını karşılayabilmek için sanatın mekanikleştirilmesi adına fotoğrafı icat ettiğini düşünenlerden biriyim.
Günümüzde fotoğrafın estetiği üzerinden birçok tartışma yürürken hatta fotoğraf bir sanat mıdır tartışmaları ayyuka çıkmışken yüz küsur yıl önce bulanan bu icadın hem teknik boyutları hem kimyasal özelliklerinin etkileri hala fotoğrafın üzerindeki o mistik havayı korumaktadır.
Sanat bir fikrin duygunun anlatımı ise bilginin, gözlemlerin iç dünya ve yaratıcı gücün bir malzeme veya bir yöntemle anlatılması, özü anlatmaktır. Fotoğraf makinesi burada en önemli araçlardan biridir. Yine sanatı herhangi bir malzeme kullanımı ile dışavurum olarak ifade edersek biçim sadece yüzeyi ifade eder.
Fotoğrafın sanat ilişkisini ifade ettikten sonra bu makalemi bir edebiyat dergisi için oluşturduğumdan fotoğrafın edebiyatla olan ilişkisi üzerine birkaç söz edip bu makalemi bağlamak isterim.
Kuşkusuz ki her fotoğraf pozunun mutlak bir hikâyesi, öyküsü vardır. Fotoğrafçılar herhangi bir fotoğrafı kurgularken tıpkı edebiyatçılar gibi, giriş gelişme ve sonuç tekniğini kullanırlar. Kişisel olarak fotoğraflarımı kurgularken edebi eserlerden edebiyatçılardan, günlüklerden, denemelerden, anılardan fazlasıyla faydalanırım. Sait Faik öyküleri baştan ayağa fotoğraftır.
Fotoğraf, sadece görsellikten ibaret bir olgu değildir. Usta bir fotoğrafçı herhangi bir fotoğrafı okurken diğer insanların aksine okuduğu, izlediği fotoğrafın görselliğine en son bakar. Fotoğrafçı önce o fotoğraf üzerindeki gerek tekniğe gerek mekaniğe gerekse duyguya ve bütün bunların toplamı olan kompozisyon kurulumuna yani hikâyenin bütününe bakar. Yani aslolan hikayedir.